Kız kardeşler cemaati için çalışan Minokta’ya, sanatı konusunda yetkinleşen başarısının karşılığı olarak, Bayan Federica yeni bir teklifte bulundu.
“Yaptığınız çalışmaların ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Bunca zahmet ve emeğin karşılığı, Kharon’a bir istekten söz edeceğim .”
“Bayan Federica, Kharon’a haber vereyim derhal gelsin.”
“O kadarda acil değil, yarın veya sonraki bir günde olabilir.”
“Ben söylerim, yarın sizi görmeye gelir Bayan Federica.”
“Kharon’a yarın beklediğimi söylersin.”
Kharon, Bayan Federica’nın isteği üzerine ertesi gün yanına giderek;
“Sizin için ne yapabilirim Sayın Bayan?”
“Benim için değil Kharon, Aziz Bonaventure için. Onun adını taşıyan Kilisede yapılmasını istedikleri resimler var. Anatolia’da yeni bir yolculuğa çıkmak ister misin?”
“Neden olmasın? Anatolia’da yollara düşmüş pek çok sanatkâr var. Bende onlar gibi istenilen yerlere gidebilirim.”
Kharon, Bayan Fedrica’yı kırmamak üzere böyle söylemişti ama bir yandan da Minokta’ya vermiş olduğu söz vardı. Ne yapacağı konusunda kararsızdı, galiba Bayan Federica’nın isteğini geri çevirmek çok yanlış olacaktı.
“Güzel, o halde Caesarea’ya gitmek üzere hazırlan. Peder Pietro, Kiliseyi resimlemek istiyor ve senin en iyisi olduğunu biliyor.”
“Nereden duymuş benim adımı?”
“Konstantinopolis’te görmüş eserlerinizi ve hayranlıkla izlemiş. Şimdi kendi Kilisesinde de görmek istiyor, sanatını görenlerin hayranlık duyacağı resimlerini.”
“Bu kadar çok büyütmeyin Sayın Bayan, ben basit bir sanatçıyım alt tarafı, elimden gelen tek iş budur.”
“Gereğinden fazla mütevazılıkta bulunma Kharon.”
Kharon’un yeniden yollara düşeceğini öğrenen Minokta endişelenir, zira tekin olmayan bir yolculuğa çıkacaktır. Neyle karşılaşacağı belli değildir. Gitmesini istemez ama bir anlamda da Bayan Federica’yı kıramayacağını bilmektedir.
“Nasıl gideceksin oralara kadar Kharon?”
“Endişelenme Minokta, karşılaşacağım tehlikelerin farkındayım ve ben de bu yolculuğa tek başıma çıkmayacağım. Ticarette bulunanlar, can ve mal emniyetleri için koruma altında seyahat etmekte, bende onlara katılacağım, onlarla birlikte gideceğim. İkonia’ya giden bir kervanı ayarladım bile.”
“Sen oraya gitmiyorsun ama?”
“Orada yollar ayrılıyormuş, Kuzeye gidenler ile güneye gidenler bölünerek yollarına devam ediyorlarmış ben de kuzey yönüne gidenlerine katılıp yola devam edeceğim, Caesarea’da Aziz Bonaventure kilisesini bulacağım. Peder Pietro, kilisesisini fresklerle donatmak istiyormuş.”
“Bu çok iyi olacak, Anatolia’nın merkezinde olan bir kilisede resimlerinin bulunması iyi bir itibar kazandıracaktır sana.”
“Beni bu yolculukta göreceğim yerler meraklandırıyor. Bu sefer, başka bir inancın, İslamiyet denen inancın yaygın olduğu yerleri, şehirleri, insanları görmek ve onları tanımakta önemli. Ben buralara giden gezginleri görür, duyar ve anlattıklarını dinlerdim. Kara yolculuğu yorucu olsa da, kalabalık bir grupla seyahat etmenin farkını yaşayacağım.”
“Git, gez ve tanı bakalım oraları. Çok yaşayan değil, çok gezen bilirmiş.”
“Deniz yolculuğunu ve Batıyı gördüm. Şimdi sıra kara yolculuğu ve Doğuyu görmekte. Fazlada bir zaman kalmadı, İkonia’ya gidecek olan kervan çok yakında hareket edecektir.”
Khalkedon limanına yakın bir yerde, Doğuya gidecek olan kafilelerin toplandığı geniş bir çayırlık alanda hareket eden insanlar, hayvanlar, yük arabaları ve yolculuğa çıkacak olanlara bir şeyler satmaya çalışanlar, gün doğmadan yola çıkacakların gece kalacakları çadırlar ve rüzgârların yerden kaldırdığı tozlardan oluşan hareketli bir tablonun arasına katılan Kharon, yanına aldığı boyaları, fırçaları ve taşıyabileceği malzemeleri ile boynuna astığı Minokta’nın fildişi firketesi ve metal haçıyla gezgin sanatkârlar gibi yollara koyulmaya hazırdı.
Aynı yola gidecek olan, iki keşiş ve bir taş ustası olduğunu öğrendiği üç kişiyle birlikte kafileye katılan Kharon, son hazırlıklar tamamlandığında, gün doğumuyla birlikte hareket ettiler.
Latin tacirlerin yanında, geldikleri yerlere geri dönen, Suriyeli ve İranlı tacirler ile yanlarında koruyucu olarak seyahat eden adamları da vardı. Katırlara binerek seyahat eden Doğulu tacirlere eşlik edenler ise yayandı. Kharon ile birlikte yolculuğa çıkan diğer üçü ise, yük arabalarının arkasına binmişlerdi. Geçecekleri yerlerde kendi içlerinde yolları tek bilen kişi Ermeni taş ustası Zakaryan’dı. Önceden de Anatolia’da bir sanatkâr olarak bulunmuş ve mimari eserlerin inşasında görev yapmıştı. Diğer iki keşiş ise Kharon gibi ilk defa, görevleri olduklarına inandıkları İncil’i yaymak adına seyahat ediyorlardı.
Kharon, Zakaryan’la aynı arabada yolculuk ediyordu;
“Zakaryan usta, sen yolları bildiğini söyledin Caesarea’ya varana kadar geçeceğimiz, göreceğimiz yerleri bana da anlatır mısın?”
“Belli ki sende benim gibi bir gezginsin, ilk defa mı düştün bu yollara?”
“Öyle sayılır, Caesarea’da Aziz Bonaventure kilisesine gitmekteyim.”
“Ne yapacaksın orada?”
“Kiliseye freskler yapmak üzere çağrıldım. Ben aslında bir mozaik ustasıyım ama mozaik yapmayı bıraktım. Şimdi fresk yapmaktayım.”
“Kharon’du değil mi ismin?”
“Evet, Kharon.”
“Bu adı ben daha önce Konstantinopolis’te duydum. Sen şu, eserlerinde MX sembolü görülen Kharon olmayasın sakın.”
“Ta Kendisi, ben o Kharon’um, M harfi de karım Minokta’nın adıdır.”
“Onu da bilirim, onunda çok güzel mozaikleri vardır.”
“Elimizden gelen budur işte Zakaryan usta, tıpkı senin gibi. Benim babamda inşaat ustasıydı, ne bilirsem bana da ilk öğreten oydu.”
“Yollara düştük yine, geçeceğimiz yerlerin başında, Nikomedia vardır ardından Nicea ile Prusa gelir. Prusa’ya girmeden yola devam ederiz herhalde. Bazen tüccarlar Prusa’ya da girerler ama nasılsa göreceğiz. Sonra Dorylaion, ile Philomelium gelir. Seljukların en önemli ve en büyük kenti ise İkonia’dır. Oraya vardıktan sonra, Nagda ve son durak Caeserea gelir. Uzun bir yol olacak değil mi?”
“Gezip görmek iyi şeydir, ben önceden de gemiyle, Konstantinopolis’ten Cenova’ya gittim Zakaryan usta. Ama karayolu başka türlü bir şey işte”
“Hem de bu zamanda! Sende göreceksin buraları. Artık Seljuklar hakim değildir Anatolia’da. Önce onların bölgelerinden geçeceğiz, ardından Mongol bir valinin yönettiği topraklarda ilerleyerek Caeserea’ya kadar gideceğiz.”
“Bizlere benziyormuş onlarda, hadi seni işin içine katmayalım ama Bizantion’un gördüğü Latin işgalinin ardından yaşadıklarımız neyse, herhalde Seljuklarda şimdi benzerlerini yaşamaktalar.”
“Altın devirlerinde yaptıkları eserleri sende göreceksin, Bizantion’dan ele geçirdikleri topraklarda ve ondan çok daha eski Roma’dan kalanları kullanarak pek çok yer inşa etmişler. Yani yoktan var etmemiş, hem onu taklit etmişler hem de onun mirasından yararlanmışlar. Ayrıca Mongollar da her yeri yakıp yıkmamış, hatta halkın yaşantısına müdahale etmeden, yalnızca vergi toplamak ve kendi yasalarına uymak koşuluyla serbest bırakmışlar. Senin anlayacağın aranızdaki benzerlik çokta fazla sayılmaz.”
“Bir günde ne kadar yol gidebilir bu kafile?”
“Nikomedia’ya gideceğimiz yolun yarısından az gidebiliriz bir günde.”
“Eh fena sayılmaz doğrusu.”
“Her zaman böyle olmaz, kötü yollarda ilerlemek daha zordur. Eğer geceyi geçireceğimiz yerlere ulaşamazsak, ağaçlık ya da kuytu bir yerlere sığınırız. Yollardan çok, yağmur ve çamur keser hızımızı, sen dua etki yolda yağmurla karşılaşmayalım.”
“Bizantion’dan öteye, ne kadar zamanda varırız sence?”
“Bir an önce varmayı istersin herhalde Caeserea’ya.”
“Hem öyle hem de merak ederim bu İslam dünyasını, duydum, işittim de hiç görmedim.”
“İşte şimdi sende göreceksin, mademki bizler aynı topraklarda yaşamaktayız o halde inancımız farklıda olsa birbirimize karşı saygılı olmaya mecburuz. Yoksa ortak bir yaşam kültürü yaratılamazdı. Geçeceğimiz yerlerin çoğunda, yaşamlarını sürdürmekte, inançlarını yerine getirmekte olan Hıristiyanlar bulunmakta. Biz ve bizim gibi sanatkârlar, tacirler ve din adamları sayesinde, İslamlar ile Hıristiyanlar arasında ortak bir yaşam kültürü yaratılabilmiş düşmanlıkların önüne geçilebilmiştir. Elbette bunların başında barışsever yöneticiler gelmekte. Seljuklar, Bizantion’u simgeleyen çift başlı kartalı alarak nasıl kendilerine mal etmişlerse, sanatlarındaki mimari anlayışı ve süsleme sanatlarının örneklerinin de Bizantion Sarayında bulunuyor olması, iki saray arasında karşılıklı kültürel zevk ve etkileşimlerin en önemli göstergesi olmakta, sence de öyle değil mi?”
“Benim ve Minokta’nın misyonu, ortak yaşam kültürünü oluşturmak adına atılan bir adım değildir Zakaryan usta. İslamiyet inancında da kadınlar ancak, iyi bir eş ve iyi bir anne oldukları zaman kıymet görür ve kutsanırlar, onun dışında her yerde erkeklerin gerisinde ve toplumun dışında bırakılırlar. Duyduklarım bu yöndedir de, gerçeğini şimdi görüp öğreneceğim.”
“Merak etme Kharon, din her yerde aynı şeyi vaaz eder. Ben çok yerler gezdim ve gördüm. Biri, diğerinden çokta farklı değildir, kadın her yerde aynı kadındır.”
“Sen nereye gitmektesin Zakaryan usta?”
“Konstantinopolis’te çok çalışmışlığım vardır. Güzel bir ülken var ama Latinler çok zarar vermişler, Bir zamanlar Anatolia’nın hâkimi olan koca Bizantion’un yerini alan Seljuklar da, ellerinde olan toprakların Mongollardan uzakta kalan bölgelerini, Otman, Germiyan, Sahib Ata, Eshref, Karaman adlı topluluklara bırakmışlar. Bende kendi evime Ermenia’ya gitmekteyim. Yolumuz İkonia’da ayrılacak sen kuzeye, ben güneye gideceğiz.”
“Bu Anatolia’nın kaderi hep böyle galiba, birçok medeniyetler kurulmuş ama hepside yok olup gitmişler. Buralara, gel geç topraklar demek yakışır doğrusu”
“Yakışıp yakışmayacağını bilmem ama yerinde duramayan Otmanlar, yakında bu toprakların yeni sahibi olacak gibi duruyor.”
Günbatımı yaklaşırken, çıktıkları yolun deniz kıyısında olan ilk durağına ulaştılar. Geceyi küçük bir kasaba olan Nikeiata’da geçirerek, ertesi sabah yeniden yola koyulacaklardı.
“Yolumuz çok uzun süreceğe benziyor Zakaryan usta, yoksa yanılıyor muyum?”
“Öyle, Kharon. Denizde yol almak kolay, dağ yok, tepe yok, rüzgârların önünde gider durursun.
“Her yolculukta olduğu kadar denizinde de fırtınalara ya da korsanlara yakalanma tehlikesi yok mu?”
“Bakma sen, daha bu ilk durak. Sonra daha hızlı yol kat edeceğiz. 20-25 gün sürecektir İkonia’ya varmamız. Gideceğimiz yollarda aynı tehlikelerle dolu. Gezginlik zor zanaat anlayacağın”
Zakaryan ustanın dediği gibi, Bizantion topraklarını birkaç gün içinde geçerek, Dorylaion kapılarına geldiler. Bundan sonrası Bizantion’un sınırları dışında olan yerlerdi.
Farklı yerlerden gelen, tacirlerin, seyyahların konakladığı kervansaray denilen yerlerde kalıyorlardı. Buralarda kalanlardan, üç gün için para alınmıyordu.
Büyük bir şehre ulaştıklarını, şehri çevreleyen surlardan anlıyorlardı. Bizantion’un görkemli yapıları kadar olmasa da ibadet yerleri, eğitim ve öğretim için kullanılan alanlar ile hanlar hamamlar ve ölen saygın kişiler adına yapılan mimari eserler, kent halkının zenginliğini ifade ediyordu.
Seljuklar, Anatolia’da, Roma ve Bizantion’dan kalan köprü, yol ve konaklama yerlerini daha çok geliştirerek, Doğudan gelen yollar üzerinde olan ülkelerinde, ticaretin güvenli ve kesintisiz sürdürülebilmesini sağlayacak bir sistemi de kurmuşlardı. Bu sistemin bir parçası da her yöndeki anayollar üzerine kervanların güvenle konaklamaları için inşa ettikleri kervansaraylardı. Seljukların yaratıları olan bu yapılar, saraylarda olduğu gibi, diğer mimari yapılarda da Anatolia iklimine uygun mekân ve hacimler kazandırmışlardı. İran kökenli olan Seljukların, kendi sanatlarında oluşturdukları özgünlükle, bezedikleri yapılara hayranlık duymamak mümkün değildi.
Zakaryan usta, Kharon’a, burada bulunan ve adını çevresindeki kayalık tepelerden alan Sivrihisar’da, Ulu Camii adlı bir ibadet yerini gösterdi.
Burası, Kharon’un ilk defa yakından gördüğü kutsal bir yapıydı. Dörtgen bir şekilde, ağaç direkler üzerine düz bir çatıyla inşa edilen yapının, dört tanede kapısı bulunuyordu.
Yapı, taşıdığı sadelik ve yalınlıkla, İslam inancını temsil etmekteydi.
“Zakaryan usta, sözünü ettiğin yerlerin hepsi böyle basit ve sade midir? Bakıyorum da hayranlık uyandıracak bir yanı yok burasının.”
“Bu seni yanıltmasın Kharon, hiçbiri Bizantion’da olduğu kadar ihtişamlı değildir. Ancak bu ülkede taşın ve düş gücünün yarattığı üstünlük ile girift ve her yöne açılan bezemelerle inşa edilen yapılarda, göreceğin ortak özellik; açık ve çok merkezli geometrik desenlerin taşıdığı derin anlamdır. Tanrının yaratıcılığını ve sonsuzluğunu ifade eden eserlerde, bizim onların yalnızca bir kısmını gördüğümüzü söyleyen inancın gereği, hangi bölgede yapılmış olursa olsun, Seljuk ve İslam sanatının vazgeçilmez ve değişmez bir öğesidir. Bakacağın ve göreceğin bütün yapılarda aynı anlamı bulacaksın.”
Yolları üzerinde kaldıkları, İkonia’ya ulaşmadan önce geçtikleri, çok önceden beri Philomelium adı ile bilinen yerde gördükleri ibadethanede önceki ile aynı adı taşıdığı gibi, aynı şeklide kesme taşlar ve Roma ile Bizantion’dan kalma malzemelerle inşa edilmiş basit ve sade bir yapıydı.
Kharon İkona’da da aynı manzara ile karşılaşacağını düşünmeye başladı. Zakaryan ustanın dediği şekilde görmeye zorladı kendisini ama içinde böylesi bir duygu uyanmadı. Bizanton idaresinde olduğu dönemden sonra ele geçirilen yerlerden getirilen, kesme taşlar, mermerler, sütunlar v.b malzemenin çokluğu ile birbirlerinle benzemezliği; buralarda çok daha yaygın ve gelişkin bir yaşamın varlığını işaret ediyordu. Kharon çevresine bakındı ve şimdiyse sahipsiz kalmış bir varlığın hüznüyle, başını öne eğmiş, sessiz sedasız bir bekleyiş içerisinde ki yerleri aynı hüzünle seyre daldı. Arkalarında toprak yol üzerinde bıraktıkları at arabası tekerleklerinin oluşturduğu izler, sarp kayalık bir dağ yamacından inen dar yolla birleşiyordu.
Uzak bir mesafeden seçilmeye başlayan İkona’ya yaklaştıkça heybetli bir surun karşılarında dikildiğini gördüler. Konstantinopolis’i hatırlatan surlar İkonia’yı çepeçevre sarıyordu. Yol üzerindeki büyük kapıdan geçmeden önce, askerler kafileyi ve yolcuları kontrol ettiler, nerden gelip, nereye gittiğimi öğrendikten sonra içeri girmelerine izin verdiler. İlk defa bu büyüklükte bir yere gelmişlerdi.
Surun kapısı üzerinde “Bu kale, ilahi ve semavi afattan başka, şahlanan atların, ani ve şiddetle gelen sellerin yolunu keser” yazısı okunuyordu.
Kapıların üzeri aslan ve insan heykelleri ile süslenmişti. Bu heykellerin varlığı dinler hakkındaki hoşgörüyü yansıtmaktaydı.
İkonia, Seljuklara başkentlik etmiş Anatolia’nın büyük bir şehri olup, şimdiyse Mongolların kurduğu yeni ve karmaşık bir düzenle idare edilmekteydi. Önemli olansa öncekiler ile sonradan yapılan mimari eserlerin ayakta kalmış olmaları ve Seljukların, yaşamlarına kesintisiz olarak devam etmeleriydi. Tabi ki bunun karşılığı olarakta, ağır vergiler ödemek zorunda kalmalarıydı.
Kharon, Caeserea yoluna, buraya kadar birlikte geldikleri kafileden ayrılarak, tek başına devam edecekti. Ondan önce yolları ve çevreyi iyi bilen Zakaryan usta ile kalacakları birkaç gün içinde gidecekleri yola devam edecek başka kervanları bulacak ve şehri göreceklerdi.
Şehre hâkim olan yılgın hava, Mongol idaresinin baskısı altında yaşamakta olan halkın üzerine sinmiş, neşesiz, keyifsiz ve suskun bir kalabalık haline gelmişlerdi. Dışarıda gördüklerinin çoğu, kendileri gibi buradan gelip geçen yolculardı. Kervan ticareti hayli genişti. Çarşı pazarda kumaş, ipek, halı, kilim, pamuk, susam, balmumu, nohut, safran, kereste, bakır, gümüş, mermer ve baharat gibi çok çeşitli mallar bulunmaktaydı, Halkın yaşamı ve kazancı ticarete dayalıydı. Gerçi kazançlarının büyük bir kısmını Mongollara vergi olarak verseler de canlı bir ticaret sürmekteydi.
Kharon’u ilgilendiren şeyse göreceği yerlerdi. İkonia büyük bir kentti ve gördüğü yerlerden sonra, bir başkente yakışacak azametteki yapılar onu fazlasıyla cezp ediyordu.
Zakaryan ustayla birlikte gidip gördükleri ilk yer, Sultan Alâeddin adını taşıyan ve bir ibadet yeri olarak yığma tepenin üzerinde, geçmişte inşa edilen Camii idi.
Camiin cephesi ve giriş kapısı üzerindeki Bizantion’dan kalma iki beyaz mermer sütun kemerli ve bütünlüklü bir görüntü oluşturuyordu. Açık ve koyu tonları iç içe geçmiş bir düğümle birleştiren geometrik desenli kemer, kapı çerçevesinin üzerinde yer almaktaydı. İki renkli dış kapının, Şamlı bir ustanın elinden çıkmış olması Suriye izlerini yansıtmaktaydı.
İçerisi, Roma ve Bizantion yapılarından alınmış çubuk düğümlü mermer sütun ve sütun başlıkları ile dolu bir ormanı andırmaktaydı. Düzgün olmayan yapısıyla antik kalıntıların üzerinde yükseldiği düşünülebilirdi.
Camiin diğer bölümü üzeri kubbeyle örtülü kare planlı bir mekândı. Camiin yüksek duvarları ise bir kaleyi andırıyordu.
İslam inancında ibadet daima Kutsal Kâbe yönünü işaret eden ve mihrap denilen yere doğru dönülerek yapılmaktaydı. Bu camideki mihrabın üzerini kaplayan mavi yeşil rengin karşımı olarak ilk defa burada gördüğü türkuaz renkli çiniler ile kare plandan, daire şeklindeki kubbeye geçişi sağlayan üçgenler üzerinde yer alan aynı renkli çiniler, Kharon’da büyük bir hayranlık uyandırmıştı.
Ermeni bir taş ustasının yanında olması Kharon’un en büyük şansıydı, bütün bilgileri ondan öğreniyordu. Çinilere duyduğu hayranlığı gören Zakaryan usta bu sefer Kharon’u, Medrese denilen eğitim ve öğretim verilen bir yere götürdü.
Dışarıdan bakıldığında medrese ile kervansarayların görünümleri çokta farklı değildi. Fakat burası eğitim ve öğretim yapılan yerden çok, bir tarikata bağlı olanların yaşadığı ve ibadet ettiği bir medreseydi.
Adı, Karatay Medresesi olan yerin giriş kapısı tam ortada değil de sağa doğru kaymış haliyle, Anatolia’da yayılan bir tür Hıristiyan inancını ifade eden Süryani tarzındaydı. Ön cephedeki kapının iki yanında bulunan burmalı sütunları, yanlarında yer alan geometrik desenli panolar tamamlamaktaydı. Kapının üst kısmı çift renkli taşlar kullanılarak yapılan bir kemer ile yine aynı renkler kullanılarak dörtgen benzeri geçme hatlarla oluşturulan bir desen işlenmişti. Kemerin dışınada üç adet aslan başı heykeli eklenmişti.
İç kısım ise ölçülü ve oldukça yalındı, ortada aydınlıklı bir kubbe ve iki yanında sıralanan odalar bulunmaktaydı. Kubbe ile onu tamamlayan dört köşede yer alan üçgen panoların üzerinde, Muhammad, Jesus, Moses ve David peygamberlerin adları işlenmişti. Kubbenin tamamı incelikli türkuaz ve siyah renkli çini mozaiklerle bezenmiş, ışınsal olarak merkezden dışarı açılan büyük yuvarlak madalyonlar tüm kubbeyi kaplamaktaydı. Madalyonlar sonsuza doğru uzanan ışınları andırmakta, tam da Zakaryan ustanın dediği gibi, Tanrının yaratıcılığını ve sonsuzluğunu ifade etmekteydi.
Kharon bu medreseyi gördükten sonra, eski bir mozaik ustası olarak, Bizantion sınırları dışında ki, Anatolia’ya özgü çini mozaiklerin, geometrik ve bitkisel süslemelerle, simetri esasına dayanarak sonsuzluğu yansıtan yapılarından fazlasıyla etkilenmiş, bir anda ufku açılmıştı. Sanatına büyük bir katkı sağlayacak olan çini mozaik tekniğini öğrenmek için, Zakaryan ustayla birlikte yapıldığı atölyeleri aramaya başladılar.
Mongol akınlarından kaçan, doğulu çini ustalarının Anatolia’ya gelmeleriyle ortaya çıkan bir sanattı bu.
Çini mozaikler, istenilen desene göre kesilip hazırlanan küçük çini parçaların bir araya getirilmesiyle yapılmaktaydı. Sırlı yüzeylerin arkalarına beyaz harç dökülerek, konulacağı yapının yüzeyine yapıştırılmak suretiyle uygulanmaktaydı.
İki yöntem kullanılıyordu; büyük parçalar sırlanarak, istenilen motiflere göre düzgün bir şeklide kesilmeleri ile veya belli bir kalınlıkta hazırlanan yarı yaş çamurun motiflere göre kesilmesi suretiyle yapılmaktaydı. Önce çamur hazırlanmakta, motiflere göre kesilerek rötuşlanıp ilk pişirim yapılmakta, daha sonra renkli sır hazırlanarak sırlanmakta ve parçalar bir araya getirilerek montajları tamamlanmaktaydı.
Mozaikler, geometrik motiflerin birbirini kestiği veya bağlandığı girift örgülü açık ve kapalı sistemler halinde kullanılmaktaydı. Bütün sistemlerde sonsuzluk prensibi hâkimdi. Geometrik mozaik tekniğiyle yapılan çinilerin örgülü geçmelerinin oluşturduğu yıldız, tek merkezden idare edilen kâinat fikrini temsil etmekteydi.
Kompozisyonların mimariye göre şekillendirilmiş olmaları, yapının mimari bütünlüğünü korumakta ve desteklemekteydi. Bütün gövdeyi saran geometrik şekiller, yivler, bilezikler, diyagonaller ve estetikli yazılarla süslenmekteydi.
Uygulamada, düz duvarlara olduğu kadar yuvarlak içbükey yüzeylere de kolaylıkla tatbik edilebildiğinden kubbe ve kasnaklarda, kemerlerde yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı.
Ayrıca, sabit ve net renkleriyle, boş olan iç mekânlarda yarattığı atmosfere canlılık veren nitelikleriyle, ibadet yerlerinin kasvetli yapılarının havasını değiştirmekteydi.
Kharon’un ilk kez gördüğü, çini mozaikler ile bezeli bir ibadet alanından edindiği izlenim ve çıkarımla, sanatında yararlanabileceği önemli ipuçları elde etti. Öncelikle, sonsuzluğa uzanan desenleri ve onları oluşturan çizgiler ile renkleri kafasına yerleştirdi. Ayrıca dik, sert ve köşeli çizgileri olan bir tür yazı şekli ile kullanılan renk örneklerini, çini yapımını öğrenmek üzere gittiği atölyelerin birinin ustasından aldı. Yazı örneği mozaik yapısına da çok uygundu.
Çini mozaik tekniğiyle ilgili öğrendiği her türlü bilgiyi, Konstantinopolis’e döndüğünde Minokta’ya aktararak, uygulayabilecekleri yerleri bulup yepyeni bir mozaik türünü Bizantion’da yapmayı deneyecekti.
Bu alandaki en büyük zorluk, pişirme fırınları ile renklerin elde edilmesiydi. Eski dostu Boyacı Philonides geldi aklına, elbet bir sonuç elde edebilir, renkleri yaratabilirdi. Ayrıca, seramik yapımında kullanılan boyalar ile pişirme fırınları ne güne duruyordu.