Minokta, mozaik yapma isteğini arkadaşı Leania’ya söyledi. Onun en iyi arkadaşı olan Leania’nın kendisine yardımcı olacağını biliyordu, çünkü Leania’nın babası, sözü geçen ve saygın bir tüccardı.
Kentin neredeyse bütün seçkinlerini tanıyan Leania’nın babası Zephyros, Minokta’nın bu işi öğrenmek üzere gidebileceği tek yer olan Khora Manastırı Kilisesi yakınındaki mozaik atölyesinin baş yöneticisi olan Patriyarkos’u ziyarete giderek, çok sevdiği kızı Leania’nın en iyi arkadaşı olan Minokta’nın bu isteğinden söz etti.
Atölyenin baş yöneticisi ve mozaik ustası ile öğreticisi olan Patriyarkos, bir kadının burada bulunması ve mozaik yapma isteğinde olmasına karşı çıkmadı ancak atölyedeki diğer öğreticiler ile genç çırakların aralarında bir kadının olmasını ne şekilde karşılayacaklarından kaygılandı ama yinede Zephyros’un arzusunu kırmak istemedi.
Patriyarkos bugüne kadar atölyesinde bir kadına hiç mozaik yapmayı öğretmemişti. Ama biliyordu ki, usta yöneticiliği ve kıvrak zekâsı sayesinde bununda üstesinden gelebilirdi.
Leania, en iyi arkadaşı Minokta’ya atölyeye kabul edildiğinin haberini verdi ve atölyenin yöneticisi olan Patriyarkos’u görmesi gerektiğini söyledi. Artık bundan sonrası Minokta’ya kalmıştı.
Dünyalar Minokta’nın olmuştu sanki öylesine sevinmiş ve öylesine heyecanlanmıştı ki kafasına koyduğu ve çok arzu ettiği işin bu kadar çabuk olmasına kendisi bile şaşırmıştı.
İlk yapacağı mozaiği Leania’ya hediye etmeye karar verdi ve ertesi gün atölyenin yolunu tuttu.
Minokta, büyük bir konağın içindeki atölyenin kendi boyunu üç katan aşan kapısına geldiğinde kapı üzerindeki tokmağı zorlada olsa kaldırdı ve kapıya birkaç kez vurdu. Biraz bekledikten sonra kapının üzerindeki bir pencere aralandı ve yaşlı bir kadının kendisine soru soran gözlerini gördü. Parmak uçlarına basarak pencereye doğru yaklaştı ve yaşlı kadına, yönetici Patriyarkos’la görüşmek istediğini söyledi. Pencere hızla suratına kapandı, Minokta ne olduğunu anlamadı, yaşlı kadın kapıyı açacak mıydı? Beklemeli mi gitmeli miydi? Fazla geçmeden koca kapı aralandı ve yaşlı kadın el işaretiyle Minokta’yı içeri çağırdı. Büyük konağın bahçesinde, yaşlı kadın kendisinden beklenmeyecek derecede hızlı adımlarla yürürken arkasında onu takip etmekte olan Minokta hayranlıkla etrafa bakıyordu. Bahçedeki, erguvan ağaçları ve mor salkımlar, manolyalar, süs kirazları ve gelin tacı ile sarmaşık sardunyalar, pembe renkli kokulu çiçekler ve adını bilmediği diğerlerinden oluşan bahçe düzenlemesi Minokta’ya sanki başka bir dünyaya geldiğini düşündürüyordu.
Yaşlı kadını takip eden Minokta, bu defa bir taş kapıdan geçerek içerideki avlu ile etrafında sıralanmış olan odalar ile önlerinde kümelenmiş olan renkli taşları, harç yapımında kullanılan malzemeleri, su almak için bir kuyu ve hızla yürürken göremediği mozaik yapımında kullanılan diğer malzemeler ile kendisine dikkatle bakan birkaç kişiyi gördü. Yaşlı kadın bu seferde yüksek basamakları olan merdivenleri çıkmaya başlamıştı, yukarı kattaki revaklı avlunun etrafında sıralanmış odalardan tam karşılarına gelen ve kapının önünde içeri girmek üzere bekleyen genç bir adamı gördüklerinde yaşlı kadın aniden durdu. Geriye doğru dönerek Minokta’ya da geriye dönmesini işaret etti, bu kez geldikleri yönün tam aksine doğru yürüdüler ve oradaki taş bir kaidenin üzerine oturarak odaya giren genç adamın çıkmasını beklemeye başladılar.
Minokta bu bekleyiş anında soluklanarak yanındaki yaşlı kadına adını ve burada ne iş yaptığını sordu? Yaşlı kadın kısa bir cevapla, adının ne olduğunu söylemedi ama burada atölyenin temizlik işlerini ve yemekhanede çalışan diğer kadınlardan birisi olduğunu söyledi. Bu seferde kadın ona, sen burada ne arıyorsun diye sordu?
Minokta, buraya mozaik yapmaya ve mozaiğin nasıl yapıldığını öğrenmeye geldiğini söyledi. Yaşlı kadın buna inanamadı ama kafasını aşağı yukarı hareket ettirerek sanki Minokta’yı onayladı.
Fazla beklemediler, odanın kapısı açıldı ve genç adam dışarı çıktı. Yanlarına doğru gelen genç adamı gördüklerinde yaşlı kadın ayağa kalktı ve yere bakarak yürümeye başladı, Minokta’da arkasından gelirken genç adamın kendisine bakan gözlerini gördü ve genç adamın bakışlarıyla yüreğindeki kıpırtıyı hissetti.
Yaşlı kadın, Patriyarkos’un olduğu belli olan odanın kapısını saygıyla çaldı. İçeriden gelen tok sesle kapıyı araladı ve başını uzatarak kendisini görmek isteyen bir kadını getirdiğini söyledi. Yaşlı kadın kapıyı açarak Minokta’ya içeri girmesini işaret ederek geri çekildi. Minokta yavaşça ve yere doğru bakarak içeri girdi. Yaşlı kadın arkasından kapıyı kapattı ve dışarıda beklemeye başladı.
Kısa bir süre sonra Minokta yanakları kızarmış bir şekilde dışarı çıktı. Yaşlı kadına, heyecanla atölyeye kabul edildim, istediğim şey gerçekleşti dedi. Yaşlı kadınla birlikte haç çıkardılar. Hızlıca merdivenlerden inerek alt kata geldiler. Minokta yaşlı kadına, beni Triton’un odasına götürecekmişsin dedi. Bu kez avluda önünde en fazla renkli taşlar bulunan odanın kapısına yöneldiler ve Minokta içeri girdi.
Burası Triton’un odasıydı ve atölyede renkli taşların işlenerek mozaik yapımına uygun hale getirildiği yerdi. Atölyede renkli taşları işlemek için tezgâhlar ve her birinin başında taşları değişik şekillerde işleyenler bulunuyordu. Minokta her birinin ne işe yaradığını dikkatlice dinliyordu. İlk önce toplanan renkli taşlar ile mermer parçaları kırılarak çeşitli boylarda ve renklerine göre ayrılıyor, diğer tezgâhtaysa kırılarak çeşitli boylara ayrılan taşlar yontuluyorlar, bir diğerinde ise cilalanarak mozaik yapımına hazır hale getiriliyordu.
Triton usta, Minokta’ya bu atölyede mozaik yapımına başlayacağı söyledi. Ancak önce taş seçimi nasıl yapılır, hangi taşlar mozaik yapımı için uygundur ve taş toplamanın inceliklerini anlatan ilk dersi verdikten sonra, Minokta’ya deniz kenarından anlattığı şekilde taşları toplayarak acele etmeden birkaç gün sonrada olsa, değişik taşlarla, değişik renkli olanlarından bulup getirmesini istedi.
Minokta artık yolu öğrenmişti, eve gitmek üzere atölyeden ayrıldı. Yolda yürürken içi içine sığmıyordu. Bu işi zevk olsun diye daha önceden de yapmıştı. Bazen canı sıkılınca deniz kenarında gezip dolaşmaya gider ve hoşuna giden taşları yanına alırdı ama şimdi bunu daha da severek yapacaktı çünkü en çok istediği ve arzu ettiği şeyin bu olduğunu biliyordu.
Yolda, daldığı hayallerin içinde yürürken arkasından kendine doğru yaklaşan ayak seslerini duydu ve irkildi. Dönüp arkasına bakmak istemedi ve adımlarını biraz daha hızlandırdı, kendisini takip eden adımlarında hızlandığını duyuyordu. Biraz sonra duyduğu sesler kesildi bu kez dönüp arkasına baktı, kimseyi göremedi. Yanlış mı duymuştu acaba? Olamazdı bu, yanlış duymuş olamazdı. Kendisinden o kadar emindi ki, belki de öyle sandı, olamaz mıydı yani?
Aniden, karşısında beliren ve yüreğini hoplatan genç adamın gözlerini gördü. Esmer, kıvırcık saçlı genç ve yakışıklı olan adama hayranlıkla bakakaldı. Genç adam;
“Benim adım Kharon, bugün seni atölyede görmüştüm ve şimdi buradayım. Sende bana adını söyler misin genç kadın?”
Minokta heyecandan ağzını açamadı, kendini toparlamak için kısa bir nefes aldı ve sonra;
“Benim adım da Minokta, evet seni anımsadım. Bu gün atölyedeydin. Sen söyle bakalım şimdi, atölyede ne iş yapıyorsun?”
“Ben Patriyarkos’un yardımcısı ve mozaik ustasıyım. İstersen sana da öğretirim bu işi.”
“Ben zaten oraya bu işi öğrenmek üzere geldim ve eğer bana bu işi öğretirsen sana minnettar olurum.”
“Triton sana ne dedi? Seni de deniz kenarından taş toplamaya mı gönderdi?”
“Evet niye, yeni gelen herkese böyle mi yapar?”
“Bu işin ilk adımı budur da ondan, bende günlerce taş topladım deniz kenarlarından. Her seferinde, Triton bir kese taştan birkaç tanesini beğenip, diğerlerini aldığım yere bırakıp, başkalarını bulmamı istiyordu.”
“Peki, nasıl ilerledin bu işte?”
“Sende öğreneceksin acele etme, öğrencilik zor iştir.”
Minokta, o gece bir türlü uykuya dalamadı. İstediği ve hep hayalini kurduğu şeyler birdenbire gerçekleşiyordu.
Kharon’da, Minokta’nın mavi gözlerine vurulmuştu. Hayallerinde hep böyle bir kadın vardı.
Kharon o gece eve gitmek istemedi. Parlak mehtabın ışığı denize vuruyor, yakamozlar yapıyordu. Deniz kıyısında bir kayanın üzerine oturdu ve yakamozları seyre daldı.
Bu işe ilk başladığı günlerdeki gibi küçük taşlar topladığı günleri anımsadı. Minokta’yı ve daha başka pek çok şeyi hayal etti. Hava iyice soğumuştu, kalktı ve ağır adımlarla mehtap ışığında eve doğru yürümeye başladı. Yolda bir taş gördü ve eğilip taşı yerden aldı. Elindeki taşa yakından bakınca bunun bir kalsedon taşı olduğunu anladı. Bunun bir işaret olduğunu, taşın tıpkı Minokta’nın gözlerini andırır şekilde mavi olduğunu biliyordu. Taşı avucunda sıkıca tuttu ve bu taşı işleyip Minokta için bir çift küpe ile bir kolye yapmaya karar verdi.
Ertesi gün hava aydınlandıktan sonra Minokta dışarı çıktı, şehri çepeçevre saran yüksek duvarlı surların Keros tarafına bakan Porta Fenari kapısından geçerek kıyıya indi. Hava güneşliydi ama serindi, kıyıda gözüne kestirdiği taşları toplamak üzere yürümeye başladı. Güneş tam tepeye yükseldikten sonra denize doğru inmeye başladığında Minokta’nın elindeki kesede renkli taşlar ile dolmuştu. Eve dönünce hepsini tahta masasının üzerine döktü. Topladığı taşları teker teker eline alarak baktı. Sonra hepsini bir çanağın içine koyup üzerine testiden su döktü ve ellerini çanağa daldırarak taşları temizledi. Kuruduktan sonra, taşları tekrar keseye yerleştirdi. Acaba bunları yarın atölyeye götürse erken mi olurdu? Öyle ya, Triton usta acele etme demişti. Neyse, yarında bir başka yere bakarım dedi.
Ertesi günde, sabah erkenden yataktan kalkıp hazırlandı. Gidebileceği yerleri aklından geçirdi, bu günde Blakhernai Sarayı’nın önünden geçen surlarından sonraki Sofia kapısından geçerek kıyıya ulaştı. Burası çok daha fazla taşla doluydu. Buradan da bej, sarı, beyaz ve gri renkli taşlar topladı ve çok geç olmadan eve döndü. Evde yine temiz suyla taşları yıkayıp, kuruttuktan sonra başka bir keseye yerleştirdi. İki küçük keseyi iple birbirine bağladı. Artık atölyeye gitmeye hazırdı.
Triton usta’nın yanına, deniz kıyısından topladığı taşları koyduğu keselerle birlikte giden Minokta, ustanın karşısında ayakta bekliyordu.
Triton usta Minokta’ya sordu;
“Ne yaptın bakalım? Dediğim gibi taşları toplayabildin mi?”
“Evet, onları şu keselerde getirdim.”
“Görelim bakalım neler bulmuşsun?”
Minokta elinde iple birbirine bağladığı keseleri Triton ustaya uzattı. Triton usta keselerin ağzını açıp, taşları önündeki masanın üzerine döktü. Eliyle şöyle bir yaydıktan sonra dikkatlice gözden geçirdi. İçlerinden birkaç tanesini eline alıp yakından bir kez baktıktan sonra masanın üzerine, diğerlerinden ayrı bir yere bıraktı ve Minokta’ya bakarak;
“Aferin, taşları yıkamayı akıl edebilmişsin. Şimdi kenara ayırdıklarımı bırak ve diğerlerini topla.”
Minokta, masanın üzerindeki taşları teker teker toplayıp keselerin ağzını yine iple bağladıktan sonra beklemeye başladı.
Triton usta;
“Şimdi bu taşları topladığın yere bırak ve başkalarını bulup, tekrar gel.”
“Ha birde topladıklarını bundan sonra bana getirme, yan taraftaki atölyede yardımcım Kharon’a gösterirsin.”
Minokta, bu işe çok sevindi.
“Şimdi birlikte onun yanına gidelim.”
Triton ustanın sağ kolu ve yardımcısı olan Kharon’un çalıştığı odaya girdiler. Kharon tezgâhın üzerine eğilmiş, bir parşömene desen çiziyordu. Odanın kapısı açıldığı duyunca kafasını döndürüp içeri girenlere baktı, ustası Triton ve yanındaki Minokta’yı gördü. Toparlanarak, soru soran gözlerle Triton usta’ya baktı.
Triton usta, yanında duran Minokta’yı işaret ederek;
“Artık ondan sen sorumlusun, bildiklerini ve öğrenmesi gerekenleri ona, sen öğreteceksin. Onun adı Minokta.” Sonrada Minokta’ya dönerek;
“Bu da, benim yardımcım Kharon. Artık senin ustan odur.” Triton usta daha fazla bir şey söylemeden geriye dönüp odadan çıktı.
Kapı kapanınca Kharon, Minokta’ya;
“İlk sınavını vermişsin bakıyorum. Bende aynı şeyi yapmıştım, yoksa seninde canına okuyana ve buradan gönderene kadar uğraşırdı seninle. Eğer taşları yıkamamış olsaydın işin başlamadan biterdi.”
“Neden? O kadarda önemli miydi bu?”
“Evet bu, işe verdiğin önemi ve özeni ortaya koyuyor.”
“Anladım ne demek istediğini.”
“Sana söylediğim gibi mi oldu? Topladığın taşlardan birkaç tanesini ayırıp geri kalanını sana verdikten sonra, diğerlerini aldığın yere bırakıp başkalarını bulmanı istedi mi?”
“Tam da dediğin gibi oldu, sen ne diyeceksin bakalım?”
“Aslında bu bir sınavdı. Ama sen bu sınavı geçtin ve Triton usta, seni benim yanıma getirdi. Bu, işin aramızdaki sırrıdır. Mozaik yapımında biz taştan daha çok seramik, tuğla, mermer ve cam tesseralar kullanırız. Bunlar farklı atölyelerden buraya getirilir, biz onları tekrar elden geçirir ve kullanırız.”
“O zaman ben ne yapacağım?”
“Öğrenmen gereken çok şey var. Elimizde yeteri kadar taş var ve eğer lazım olursa da burada bir sürü çırak var, gider onlar toplarlar. Ne yapmak istiyorsun? İyi desen çizer misin? Yoksa tesseraları harcın üzerine mi dizmek istersin, onu söyle ki sana bir yön çizelim.”
“Benim bir amacım var. Eski devirlerde olduğu gibi canlıların, hadi daha fazlasını söyleyeyim, kadının yer aldığı mozaikler yapmak istiyorum. Dikkat edersen, ne resimde, ne heykelde, ne mozaikte ya da ne bileyim görselliğin olduğu çoğu yerde kadın yok. Oysa eski zamanlardan kalanlara bak, hepsinde kadın tüm güzelliği ve estetiğiyle var. Ne olduysa oldu, bilmiyorum ama kadın her yerden silindi, görülmez oldu. Oldu da ne oldu? Yine erkeklerle kadınlar evlenmiyor mu? Erkekler, kadınsız yaşayabiliyorlar mı? Şimdilerde yaşlı adamlar yanlarında gencecik erkekleri alıyorlar da, bitiyor mu yani?”
“Tamam, tamam. Daha fazla söz etmene gerek yok. Kadını görünür kılmayı istemek, çok cüretkâr bir istek değil mi?”
“Öyle bile olsa birilerinin bunu yapması lazım. Ben bunun için kendimi ortaya koymaya hazırım.”
“İyi o halde, sana bir ödev veriyorum, evinde parşömen ve füzen bulunur mu? Yoksa ben sana vereceğim. Bana sözle değil çizeceğin desenlerle anlat bütün bunları.”
Kharon, masasının üzerinde duran parşömenlerden birkaç tanesini rulo yaptı, arkasındaki dolabın çekmecesinden de aldığı füzeni Minokta’ya uzattı.
“Bunlar senin. İstediğin gibi, istediğin deseni yapabilirsin. Nasıl yapılacağını biliyorsun değil mi?”
“Bana gösterir misin?”
Kharon, parşömen üzerine füzenle çizgiler çektikten sonra bir göz deseni çizdi.
“Gördün değil mi nasıl yapılıyormuş?”
Minokta, Kharon’un çizdiği gözün kendi gözlerine benzediğini fark etti.
“Evet, senin yeteneğine hayran olmamak mümkün değil.”
Minokta, koltuğun altına sıkıştırdığı parşömen rulosuyla yolda yürürken çok sevdiği babasını düşünüyordu.
Minokta’da ki yeteneği ilk kez ortaya çıkartan ve resim yapmasını öğreten de babasıydı. Küçük bir kız çocuğuyken babasını hayranlıkla izlerdi.
Babası evlerinin bodrum katında, yasaklanmış olmasına rağmen ikonalar yapardı. Kandil ışığında günlerce çalışır, çeşitli renkteki boyalar ile tay ve domuz kıllarından fırçalar yapardı. İkonaları yapacağı tahta yüzeyleri de kendisi hazırlardı.
Boya yaparken yanına gelmesini istemez, bu işin tehlikeli olduğunu söylerdi. Diğer zamanlarda yanına gider onun söylediği ufak tefek işleri yaparak babasına yardım ederdi. Neredeyse bütün çocukluğu burada geçmişti.
Minokta’nın resmini de yapmıştı. İlk defa kendi resmini gören Minokta çok şaşırmıştı. Sonra başkalarını da yapmıştı babası. Babası yaptığı ikonaları sipariş edenlere götürür ve bu yoldan para kazanır, evin geçimini de bu şekilde sağlardı.
Bir gün Minokta’ya ikonaları yaptığı tahtalardan verdi ve hadi sende bir tane yap bakalım dedi.
Minokta babasının yaptığı gibi, onu taklit ederek bir resim yaptı. Babası çok beğendi ve bir tane daha yapmasını istedi ve Minokta böylece resim yapmayı öğrendi. Biraz daha büyüdüğü zaman artık babasına yardım eden değil neredeyse onun bir benzeri olmuştu.
Yetişkin bir insan olduğu zamanda özgün bir ressam sayılırdı.
O gün, babasının yaptığı bir ikonayı yerine teslim etmek üzere dışarı çıkmış, sonra da çarşıya uğrayıp gerekli malzemeleri satın alarak ve eve dönmüştü.
Annesi evde yemek yapıyordu. Babasını sordu, bodrumda dedi annesi ve Minokta aldığı malzemelerle bodrum kata indi. İçerisi karanlıktı, oysa titrek bir kandil ışığı olurdu her zaman. El yordamıyla kandili buldu ve yaktı. İçerisi aydınlandığı zaman babasını yerde yatarken gördü, eğildi ve eliyle sarstı. Kıpırdamıyordu babası, bir kaç kez daha aynı şeyi yaptı ama hiç tepki yoktu. Ayağa kalktı ve etrafa bakındı. Yan taraftaki küçük ocağın üzerinde duran kap devrilmiş ve içindekiler etrafa yayılmıştı.
Sonra yine eğilerek babasına bir kez daha yakından baktı ve neler olduğunu anladı.
Babası dışarı çıkmasını fırsat bilip gümüşi beyaz boya yapmaya çalışmıştı. Kurşunu sirke buharında okside ederken nasıl olduysa kap devrilmiş ve etrafa yayılan zehirli sıvı babasının ölümüne neden olmuştu. Oysa bunun ne kadar tehlikeli olduğunu ona babası öğretmişti. Fırçaları yıkarken bile çok dikkatli olmak gerekirdi, yoksa kirlenmiş fırçadaki kurşun beyazı hamur haline gelerek el ve parmaklardaki çatlakların içine girebilir ve kana karışarak zehirlenmelere sebep olabilirdi.
O günden sonra Minokta bir kez daha aşağıya inmedi. Odanın kapısı kilitlendi ve bir daha açılmadı, her şey öylece kaldı.
Kısa bir süre sonrada annesini kaybetti Minokta, artık evde yapayalnızdı.
Ne ikon ne de bir başka resim yapmaya da eli varmıyordu. Bir süre biriktirdiği parayla sürdürdü yaşamını. Sonrasındaysa resimlerini satın alan bir kadına yardımcılık yapmaya başladı.
Kadının evinde öyle çok resim, heykel ve seramik vardı ki Minokta her birine hayranlıkla bakar ve tüm görüntülerini hafızasına nakşederdi.
Uzun bir süre burada kalan Minokta’ya, ölmeden önce servetinden büyük bir bağış yapan kadın, artık onun tüm yaşamını sağlamıştı.
Minokta, şimdide mozaik yapmasını öğrenerek eski günlerine dönebilmeyi, kendi güzelliğinin ve kadınlığının estetiğini ortaya yeniden koyabilmeyi istiyordu.
Eve girdiği anda, bodrum kata inmeye karar verdi. Koltuk altında taşıdığı parşömen rulosunu bir kenara bıraktıktan sonra, sokakta giydiklerini üzerinden çıkardı. Aşağısı ne haldeydi bilmiyordu, bir kandil aldı ve merdivenlerden inerek odanın kapısını açtı.
Havasızlıktan küf kokmaya başlayan odadaki örümcek ağlarını ve yıllardır birikmiş kalın toz tabakasını gördü. Çocukluk günlerinde başlayan tutkusunun ateşinin yeniden tutuştuğunu hissetti.
Bunların hiç birinden Kharon’a tek kelime bile etmemişti. Şimdi onun verdiği parşömene çizeceği desenleri nasıl yapacaktı? Bütün yeteneğini gizlemeden mi yoksa bir çocuk gibi basit çizgilerle mi?
Elindeki füzeni, parşömene dokundurmadan önce bir süre düşündü. Sonra bunun gizlenecek, saklanacak bir yanı bulunmadığına karar verdi. Eli hızlıca hareket etmeye başladı ve bir kadın suratı belirdi parşömenin üzerinde, derken bir başkası ve peş peşe başka yüzler.
Ertesi gün çizdikleri Kharon’a götürmek üzere hazırlandı. Yolda yürürken ve atölyede fazlaca göz önünde olmamak için kadınlığını örterek gizlemesi gerektiği bildiği halde, yaptığı desenler aksine başka bir olguyu açığa çıkartıyordu.
Yinede tam olarak istediğini yapmamış, sadece kadın yüzleri çizmişti. Oysa kadını tüm bedeniyle ortaya koymak ve onu gizlendiği yerlerden açığa çıkartan desenler çizerek Kharon’a götürmek istemişti.
Atölyeye geldiğinde, içeride katır arabalarına yüklenen mozaikleri gördü. Yapay mozaik zeminler konacakları yerlere bu şekilde götürülürdü. Sonra yapım çalışmalarının sürdüğü yerlerde inşaat ustaları tarafından yerlerine yerleştirilirdi.
Eski devirlerde olduğu gibi büyük bir yapım etkinliği yoktu ancak eski kiliseleri tamir etmek ve onlara küçük şapeller eklemek ya da çok revaçta olan manastır hayatının gereklerini yerine getirecek inşaatlar ve varlıklı ailelerin oturacakları konaklar yapılırdı. Bazılarına ise yeni mozaikler, zemin ile duvarlara yerleştirilerek, evlerin zenginliği ortaya çıkarılırdı.
Kharon’un işi bittiğinde kendi odasına geldi. Minokta onu sabırla beklemişti.
“Bu da işimizin bir parçası, bu teslimatları ben yaparım. İşin geri kalan kısmını idareciler halleder. Atölyenin tüm kazancı bu siparişlerin teslimatı ile sağlanır. Neyse, bunlar senin işlerin değil zaten. Sen ne yaptın esas, göster bakalım çizdiklerini.”
Minokta, elindeki parşömen rulosunu Kharon’a uzattı;
Kharon, önündeki çizgilere baktığı anda neyle karşılaştığını anladı. Başını kaldırıp Minokta’nın yüzüne baktı ve tekrar desenlere dikti gözlerini. Bu kez gözlerini ayıramadı Minokta’nın çizgilerinden.
Minokta’nın bu işi çok iyi bildiğini anladı. Bu güne kadar hiç böylesini görmemişti. Karşısındaki kadın, kendisinden kat be kat üstündü. Çizdiklerine tek tek bakarken, babasının yanında çalıştığı günlere döndü.
Bir inşaat ustası olan babası, Kharon’u da kendisi gibi inşaat ustası olarak yetiştirmek istiyordu. Yanında çalıştığı yerlere götürür, ona duvar nasıl örülür, harç nasıl yapılır öğretirdi. Kharon inşaatlarda, yazın güneş altında, kışın soğukta çalışa çalışa bu işi öğrenirken, gelişen vücuduyla Apollo kadar atletik bir delikanlı oldu. Siyah gür sakalları, kıvırcık saçları ve Romalı haliyle tam bir yetişkindi artık. Bunu da kimselerden saklayıp, gizlemezdi. Dışarıda kendisini görenlerin aklından geçenleri, gözlerinden okumak hiçte zor değildi. Zaten oda bunun tadını çıkartmakta, önüne çıkan fırsatları kaçırmamaktadır.
Babası ile birlikte çalıştığı bir yerde, mozaikler zemine yerleştirilirken Triton ustayla tanıştı. İlgisini çeken mozaiklerin nasıl yapıldığını öğrendi. Triton usta onu yetiştirirek yanına aldı. Artık Kharon’da bir mozaik ustası olmuş, atölyenin de Triton ustadan sonra gelen en önemli kişisi olmayı başarmıştı. Şimdi önündeki desenlere baktığı zaman kendi ustalığını aşan bu kadına, neyi, nasıl öğreteceğini söylemek hiçte kolay olmayacaktı.
Kharon, başını kaldırıp Minokta’ya bakarak;
“Çok güzel çizgilerin varmış doğrusu. Sen bu işi biliyorsun ve hiçbir şey söylemedin. Önemli olan bir amacının olması ve sen buna çoktan hazırsın. Sana ne öğretmek gerektiğini bilmiyorum. Öncesinde böyle olduğunu sanıyordum ama sen öyle bir yerdesin ki, benim senden öğreneceklerim var. Sen ustaca bir bakışa ve görüşe sahipsin bu durumda geriye kalan tek şey mozaikle yapabileceklerinin tekniğini öğrenmektir. Ben de sana bunu öğreteceğim.”
“En iyi öğrencinin ben olacağımı göreceksin.”
“Bundan eminim zaten.”
“O halde derslere başlayabiliriz.”
Kharon, bildiklerini anlatmaya başlamadan önce sorar;
“Neden resim değil de, mozaik?”
Minokta, yaşadıklarını Kharon’a kısaca; babasının eskiden atölyenin de çok yakınında olan Khora Manasıtırı Kilisesinin resimlerini yapan ustalarından birisi olduğunu ve daha sonrada baskının arttığı ve resmin yasaklandığı dönemde de evde çalışarak gizlice ikonalar yaptığını ve bu işi nasıl öğrendiğini anlattı.
“Babam kullanacağı boyalarını kendisi yapardı. Bu işinde ustası olan babam, bir gün yaptığı boyadan zehirlenerek öldü. O günden sonra bende bu güne kadar hiç resim yapmadım. Korkmuştum, eğer devam edersem bende bir gün aynı hatayı yapabilirdim.”
Minokta’nın anlattıklarını dinleyen Kharon;
“Mozaik ise böylesine tehlikeleri içermiyor. Kullandığımız malzemeler kendine özgüdür. Bu sayede çok renkli ve hareketli yüzeyde görüntüler, renk ve ışık altında adeta canlanır. Bunu da ortaya çıkarabilmenin en önemli yolu mozaik ressamlığından geçer.”
“O zaman bunu başarabilmek için mozaikleri, insan ve insan görünümü üzerine kuracağız.”
“Doğru söylüyorsun. Ancak bunu yapabilmek mümkün değil gibi görünüyor. Atölye buna izin vermez. Burada döşemeler için yapılan mozaikler ya da duvarlar için yapılan panolarda insan figüründen çok geometrik desenler kullanılır ve bu desenler atölyenin kendine özgü görünümleriyle benzerlerinden ayrılır. Mozaikleri görenler bu atölyenin üslubu olduğunu anlarlar. Bu da bizi farklı kılar. Şimdi ne demek istediğimi daha iyi anladın sanırım.”
“Olsun, sen yine de bana öğret.”
“Sana yaptığımız işi anlatayım o zaman. Yaptığımız mozaikler kullanılan tesseraların, boyutlarına, geometrisine ve malzemesine göre beş kategoriye ayrılabilir. Bunlar; Opus tesselatum, opus vermiculatum, opus signinum, opus sectile ve opus musivumdur.
Opus Tesselatum: Duvarlara ve zemine uygulanan mozaik yapma tekniğidir. Düzgün kesilmiş renkli taşlar, mermer ve seramik tesseralar kullanılır.
Vermiculatum: Bu teknikte renkli küçük taş tesseralar kullanılmıştır. Parlak renkler gerektiğinde kırmızı, sarı ve turkuaz renkli camlar kullanılır.
Opus Signinum: Bu teknikte, mozaiğin uygulanacağı yüzeye tuğla kırığı ile hazırlanan kırmızı kireç harcı dökülür. Daha sonra bu harcın içine seramik ve mermer parçaları rastgele konulup karıştırılarak hazırlanır.
Opus Sectile: Bu mozaik tekniği farklı renkte tessera ve mermer parçaları kullanılarak yapılmıştır. Mermerler üçgen, kare veya dikdörtgen biçiminde kullanılır
Opus Musivum: Bu teknik vermiculatum tekniğine benzerdir. Bu tekinde cam tesseralar kullanılır.
Mozaikler statumen adı verilen kalın bir katmanının hazırlanması ile inşa edilmeye başlanır. Bu drenaj katmanının üzerine çakıl veya kırık tuğla ile kirecin karıştırılması ile hazırlanan ikinci bir katman olan rudus katmanı dökülür. Bu katmanın üzerine mermer tozu ve kum kullanılarak hazırlanan nucleus katmanı döküldükten sonra saf kireç ile hazırlanan son üst harç katmanı oluşturulur. Tesseralar bu harca yerleştirilerek mozaiğin üst yüzeyi tamamlanır.
Tesseralar mozaik desenine göre kesilip, düzenlenen cam, taş, mermer, pişmiş toprak ve seramiklerdir. Tesseralar mozaik desenine göre yatak harcına farklı şekillerde yerleştirilir. Bunlar;
Harç ıslak iken tesseraların mozaik desenine göre yerleştirilmesi, kuru harç üzerine mozaik deseni çizildikten sonra tesseraların yerleştirilmesi veya harca kurşun şeritlerin mozaik desenine göre uygulanmasından sonra tesseraların bu şeritlere göre yerleştirilmesiyle yapılır.
Mozaikler doğal zemin üzerine de inşa edilebilirler ancak bizim atölye böyle işler yapılmaz.
Mozaik nedir ve nasıl yapılır, ilk dersimiz şimdilik bu kadar.”
“Bayağı zormuş. Görünüşte çok daha basitmiş gibi algılanıyor.”
“Evet, mozaik yapmak kolay gibi görünür ama hayli zor bir iştir. Neyse ki atölyede bu işler tek başına değil, her aşaması başka kişiler tarafından yapılır. Bu işin ustası olabilmek içinse her aşamayı öğrenmek ve uygulayarak yapmak gerekir.”
“Harç karmakla başlayacağız işe herhalde.”
“Yok, o kadarda değil. Senin yapacağın mozaik ressamlığı, gerisini düşünme.”
“Neden?”
“Senin bir resim anlayışın var ve kendi sanatını oluşturmak istiyorsun. O halde başka bir şey yapmana, hatta buraya kadar gelmene bile gerek yok.”
“Gelmezsem nasıl yapabilirim ki?”
“Burada yeteri kadar dikkat çektik, yaşlı Triton usta bunu bilerek yaptı zaten, atölye bir kadını görünce çalkalansın, laf çıksın ve buradan hızla kaçabilmek için bahaneler yaratabilesin.”
“Hiçte öyle bahanelere aldırasım yok! Kim ne derse desin.”
“İyide, burası pek uygun sayılmaz bunun için. Yani burada sana nasıl baktıklarını hele de o yılan Smylos’un bakışlarını görmemek mümkün değil.”
“Böyle mi düşünüyorsun?”
“Kesinlikle!”
“O zaman nasıl yapacağız biz bu işi?”
“Ben, bunu da düşündüm ve bir yol buldum sanıyorum.”
“Kendi kendine kararlar almışsın bile.”
“Ne yapacaktım ya? Rahat bırakacaklar mıydı sanıyorsun? Seni buradan kaçırana kadar neler yapacaklardı, neler söyleyeceklerdi, hiç düşündün mü bunları?”
“Beni kolay kolay yıldırmazlardı ya yine de senin dediğin gibi olsun. Sen bundan sonra olacakları söyle bana o halde.”
“Tamam, şimdi beni dinle. Mozaik, ağırlık çeker ve evde yapılacak işlerden değildir. Basit bir inşaat yapar gibi geniş bir alan ve hayli uğraş ister. Her şeyin çözümü vardır, bizim yeteri kadar ustalığımız var ve bize sadece çalışacak alan lazım değil mi? O halde biz bunu, atölyenin yapmak istemediği, elini atmadığı işleri yaparak halledeceğiz. İşin bu kısmı bana ait nerede, ne yaptırmak istiyorlarsa gidip beraber yapacağız. Olmaz mı, bu yol amaca ulaşmak için bir çözüm değil mi?”
“Üstelik kazançlıda, peki sadece ikimiz mi yapacağız bu kadar ağır ve zor işi.”
“Onu da düşündüm, tanıdığım kişiler var. Onlarda çalışmaktan kaçınmayan insanlar, üstelik her an yan yana olmak zorunda kalmadan yapacağımız bir iş olacak bu. Son safhada tesseraları yerlerine dizerken ve işin sanatsal kısmını tamamlarken onların bizimle birlikte olmalarına gerek kalmadan yapacağız bunu. İşin ressamlığı zaten sana ait olacak, ben ve diğerleri de geri kalan kısmı yaptıktan sonra senin gözetiminde ve isteğin doğrultusunda mozaikler tamamlanacak.”
“Güzel, şimdi bize bir at ve üç tane nal lazım.”
“Yani ilk siparişi almak”
Minokta, Kharo’nun yanından ayrıldıktan sonra söylediklerini düşünüyordu ve onu Smylos’tan kıskanmasına hayli sevinmişti. Bir arptan dökülen güzel melodiler gibi her yanını sarmıştı Kharon’un bu sözleri.
Bir yandan da atölyeden uzaklaşmasına, kapalı bir alanda kalmasına içerliyordu. Neredeydi o kadınlar, neden kadınların görünür olmasını istemiyorlardı?
Şu üzerimdeki giysilere bak; yünden yapılmış dizlere kadar inen uzun etekli khiton üzerinde yerlere değen yün pelerin ve başımda omuzlarıma kadar inen mapharion, yetmezmiş gibi bir de pelerinin başı tamamen gizleyen başlığıyla kim olduğumu anlamak bile mümkün değil. Eh belki havalar ısınınca pelerin olmuyor, kumaşlar yün yerine keten ama ya diğerleri, ha birde sandaletler, işte sıcak ya da soğuk değişen sadece bunlar.
Kadın bedeni, bütün günahların taşıcısı mıdır ki, ondan uzak durmak, onu görmemek, görünmez kılmak istiyorlar?
Bu giyimimle güçsüzleştiği mi hissediyorum. Oysa bana bakılmalı, görülmeliyim, yani bir resim olmalıyım, bir mozaik olmalıyım.
Romanın tamamını okumak isteyenler için zorunlu bir açıklama: Numara sırası takip eden bölümlerde sayfa başlarında yer alan “önceki-sonraki” yönergelerinden “önceki” seçeneği tıklandığında, bir sonraki bölümü okumak mümkün olacaktır.