21. Bölüm

Bu kadarı da fazlaydı artık. Bir, kadın İsa tablosu mu? Cezalandırılmalıydılar, hak ettikleri gibi, bir şer yuvası olan atölyeleri ve içindeki günahın ta kendisi olan tabloları, resimleri, çinileri, panoları ve daha ne var ne yoksa hepsi yakılmalı, yok edilmeliydi. 

Patriyarkos ve yanındaki düzenbazlar, hinoğluhinler, hilekârlar, ciğeri beş para etmez kilise meclisi üyeleri ve papazlar, geçimlerini başkalarının saflığından yararlanarak sağlayanlar, karar vermişler ve cezalarını kesmişleri.

Ağızlarından salyalar akan, gözleri dışarı uğramış serseriler, sefiller, hergeleler, tabansızlar, baldırı çıplaklar önlerine gelen her şeyi kırıyorlar, parçalıyorlar, kudurmuşçasına bağırıyorlardı;

“Yakın, yakın ne varsa yakın! Yok edin bu günah yuvasını…”

Yangın, atölyenin çeşitli işliklerine kadar ulaştığında, kalan son birkaç kova su için koşuşmalar giderek ağırlaştı. Yardım etmek için gelenler atölyeden arta kalanları kurtarmaya çalışıyorlardı.

Minokta, yaralanan bir saldırganın elini tutarak ayağa kaldırmak istediğinde ne kadarda genç olduğunu fark etti, başından kanlar akmakta olan genç adam elini Minokta’nın tutmasına fırsat vermeyerek geri çekti. Korku dolu gözlerle etrafa bakındı, Minokta ona doğru eğilerek “Suç ne sende ne de bende, suç seni karanlığa gömenlerde!” Diyerek yanından uzaklaştı.

Kharon, sırtını bir duvara dayamış, nefes almakta zorlanıyordu. Minokta, her yana dağılmış kırık çini parçaları, hain ve korkak alevlerin arasından yükselen dumanların içinden ok yemiş bir hayvan gibi sıçrayarak çılgınca ona doğru koştu;

“Neyin var? Ne oldu? İyi misin?”

Kharon, konuşamıyor ağzından hırıltılar çıkartarak kafasını iki yana doğru sallamaya çalışıyordu. Minokta, Kahron’u koltuk altından kavrayarak rahat nefes alabilmesi için yere yatırdı ve başını hafifçe kaldırdı. Göz göze geldiler, Minokta’nın gözleri sulandı, yerde yatan Kharon’u sarstı. Kharon kıpırdamıyordu, eğildi kulağını ağzına yaklaştırdı, ses çıkmıyordu, nefes alıp almadığını anlamak için biraz daha bekledi ama istediği sesi bir türlü duyamıyordu, daha sertçe sarstı Kahron’u, yine kıpırdamadı, yine göğsü inip kalkmadı.

“Nefes al! Nefes al! Nefes al!”

Minokta’nın kolları arasında, bütün kaygılarından, yüklerinden, ıstıraplarından sıyrılmış, bir heyecan ve bir esriklik içinde kendini salmıştı. Kurumuş dudakları kımıldadı;

“Işığın, ışığın yolumu aydınlatıyor…”

Minokta’nın gözlerinden akan yaşlar elem günlerinin topladığı zehirleri akıtıyor, boşaltıyordu;  sağ elinin baş, işaret ve orta parmaklarının birleştirildi ve yüzük parmağı ile serçe parmağın el ayasına, avucuna değecek şekilde tuttu, elini önce sağ, sonra sol omzuna götürerek:

“Kutsal Tanrı, Kutsal Kudretli, Kutsal Ölümsüz, bize merhamet et. Babayla Oğul’a ve Kutsal Ruh’a şan ve övgüler olsun. Şimdi ve her zaman sonsuzluklar boyunca… Âmin. Ey Mesih, Azizler gibi bu hizmetkârını da, acı, ağrı ve üzüntünün olmadığı sonsuzlukta dinlendir.”

Minokta, yangından geriye kalan işe yarar eşyalar, panolar, mozaikler ve tablolar toplandıktan sonra, lanetlenmiş bir yerden ayrılır gibi hala dumanların tüttüğü atölyeden ayrıldı ve bir kez daha oraya ayak basmamak üzere evine kapandı.

Kharon, toprağa verildikten günler sonra ilk defa evden dışarı çıktı, farkında olmadan, istemeden mezarlığa doğru yürümeye başladı. Kollarını uzatmış, gözlerini açmış, elleri, ayakları, dizleri, göğsü hatta başı mezarlara çarpa çarpa yürüyordu. Dokunuyor, yolunu arayan kör bir dilenci gibi taşların, haçların, solmuş çiçeklerin üzerinde ellerini gezdiriyordu. Mezarlar, mezarlar, her yer mezarlarla doluydu.

Birinin üzerine oturdu, çünkü artık dizlerinin takati kalmamıştı, yürüyemiyordu. Kalbinin çarpıntısı duyuyordu, anlam veremediği sözcükler, kulağında ölülerle dolu toprağın altından yükselen uğultulara karışıyordu.

Akıl almaz bir şekilde, mezar taşlarında yazan güzel şeyler yerine, öleni tanıyanların düşünceleri bütün çıplaklığıyla karşısında duruyordu. Yalnızca gaddar, kinci, hilekâr, gammaz, kıskanç, kaba insanlar olmuyordu bu iyi insanlar; sadık eşler, itaatkâr namuslu kızlar, dürüst tüccarlardı ama çalmışlar, aldatmışlar, en iğrenç, en karanlık, en yüz kızartıcı işlere karışmışlardı.

Kharon’un yanına gitti, elleriyle toprağın üzerine dokundu ve mezar taşına şöyle yazdırmak istediğine karar verdi;

“Onu çok sevmiştim ve işte o öldü… (XM)”