Kadıköylü, Erdal Akmaz ve Umut Can Sevindik’in çektiği “Sar 90’a’’ belgeseli, 90’lar Türkiye’sini rock kültürü üzerinden anlatıyor.
“Sanat hayatı yansıtır. Bir ülkenin herhangi bir dönemindeki siyasal ve toplumsal ahval, o toprakların sanatına da yansır.”
Bu düşünceden yola çıkan Erdal Akmaz ve Umut Can Sevindik, Türkiye’nin 90’lı yıllarının rock müziği üzerinden okumasını içeren bir belgesel çekti.
90’ların rock dünyasını, o dünyanın buluşma merkezlerinden Akmar’ı ve alttan alta da dönemin Türkiye’sini anlatan belgeseli, yönetmen Erdal Akmaz anlatıyor:
“90’lar, 80 darbesinin uygulama alanı olduğu bir dönem. İç savaş, değişen sosyolojik yapı, batan bankalar, krizler… O dönem orta direk ailelerin toplumsal dönüşümü başladı. Periferi bölgelere taşınmaya başladılar ve buralarda muhafazakâr ve hatta ‘gerici’ diyebileceğimiz bir mahalle kültürüne entegre olmaya çalıştılar. Onlar entegre olmaya çalışırken, onların çocukları da –mecazen- kayboldu. Biz o kayıp kuşağın peşinden koşuyoruz. O kuşağı en son Gezi’de gördüm, öncesinde yoktular hiç. O zaman cesaret ettiler çıkmaya. Fikir esasen buradan çıktı.
Türkiye’deki sanat çok sıkıcı bence. Sürekli aynı temalarda dönüp duruyor, acı estetize ediliyor. Bence artık 80 darbesi konuşulmasın. 80 yıl önceki acılar yerine onun sonuçları ve çocukları konuşulmalı. Biz bu belgeselde, bir dönemi zeki, cesaretli rock çocuklarıyla beraber anlatmaya cesaret ettik.
Bugün bazı şeyler normal geliyorsa, tarzları ve felsefelerini özgürce yaşayabilmek için evde, okulda, işte verdikleri kavgalarla 90’ların rocker çocukları sayesindedir.
Akmar’ın o meşhur sarı tabelasını bilirsiniz, çok eskidir. O tabelanın altındaki hikâyeler…90’larda Akmar bambaşka idi, şimdi bambaşka. Şuan saçma sapan bir yer haline getirildi. Mekan-bilinç ilişkisi önemli. Bizde kent hafızası yok. Çocukluğumdaki pek çok yer bugün artık yok. Akmar da fiziken ayakta ama ruhunu kaybetti.”
Kadıköy’ün ünlü Akmar Pasajı, bir dönemin ki, yukarıda sözü edilen 90’lı yıllarda, kültür merkezi yakıştırmasının hiç de abartmalı olmadığı anlamda, müzik severlerin buluşma noktası, yeni çıkan plakları izleme, kayıt yaptırma ve daha da ötesi sosyal ortamıyla, 80’li yıllarda baskı altına alınmaya, yok edilmeye çalışılan, özgürlük arayışında olanların bir araya gelebildiği ortamların belki de en önemlilerinden birisiydi.
Çünkü 90’lı yıllar, 80’li yılların döllenmiş haliyle, eğitim ve öğretim kurumları, dernekler, vakıflar, ekonomik ve mesleki organizasyonlar ile sosyal ortamların en basit anlamıyla mahalle kahvehanelerinin dahi baskı altına alınmaya çalışıldığı, insanların bir araya gelmesi ve fikir üretmelerinden korkan siyasal iktidarların olduğu bir ülkede, Akmar Pasajı da adeta buna başkaldıran, rock müziğin yapısı gereği, düzene karşı ve asi çocukların bir araya geldiği, gelebildiği, müzikleriyle ve tüm sanat anlayışlarıyla, karşı duruşun merkeziydi.
Akmar Pasajı ile temsil ettiği değerleri, kamuoyu önünde küçük düşürmek, ondan hastalıklı bir kitle gibi bahsetmek ve her şeyden önemlisi karşı duruşun ortaya çıkışını engelleyebilmek adına, önce uyuşturucunun merkezi olarak gösterilerek, polis baskınlarıyla ailelerin dikkatlerinin çekilmesi ve mümkün olduğunca çocuklarının oraya gönderilmesinin engellenmesi sağlanmaya çalışıldı. Bu da yetmeyince satanizmin merkezi olarak algı yaratılmaya çalışıldı. Tüm bu çabaların etkisiyle Akmar Pasajı kötü bir üne de kavuşuyordu.
90’lı yılların başlarında, Akmar Pasajının önemli isimlerinden bir tanesi de Kalamış’ta başlayan öyküsüyle ünlü Laterna Müzik Evi idi. Uzun yıllar varlığını koruyan Laterna, Akmar Pasajının kötüye çıkan ünüyle birlikte dönemin, özellikle 1. Körfez Savaşı gibi siyasi ve ekonomik gelişmelerinin yarattığı ortamda varlığını korumak için çok mücadele ettiyse de, meşhur dükkânını günümüzde de faaliyetine devam etmekte olan Zihni Müzik’e devrederek bir dönemin sonuna noktayı koyuyordu.
80’li yılların başlangıcı ülkenin tüm kaderinin de değişeceği bir başlangıçtı. Bu bakımdan o yılların sonuçlarını ortaya koyacak olursak öncelikle, 1982 Anayasası ve ona bağlı olarak yapılan değişiklerin tümüyle yol açtığı toplumsal, siyasal ve kültürel oluşumlardı.
Bu oluşumu da yine Akmar Pasajı ve onun müzik misyonu çerçevesinde dünya ile aramızda olanları karşılaştırmaya çalışarak anlatırsak ortaya çıkacak tablonun ne kadar iç karartıcı olduğu ve Akmar Pasajının tünelin ucundaki ışık olarak bu iç karartıcı tabloyu delmeye çalışan insanlara sağladığı olanak çok daha iyi anlaşılacaktır.
Londra’da Camden Town ne ise ülkemizde ayakta kalmayı başarabilen yerlerden biriside Akmar Pasajıydı.
Bu dediğimizi o yıllarda ülkemizin müzik anlayışını en geniş kapsamlı bir şekilde yorumlayan Naim Dilmener’in satırlarından okuyalım:
“Özal iktidarının politikaları, dayattıkları ve söyledikleri, herkesin pembe hayallere dalmasına ve zengin bir ülkede yaşıyor olduğuna dair bir yanılsamaya kapılmasına neden olmuştu. Bu durum, beraberinde, başka bir sürü şey ile birlikte, pop müziğe ani bir dönüş hareketini de getirdi.
Bu yeni eğilimler, kendiliğinden arabeskin dışlanmasına yol açtı. Kimse, gam-keder-tasa istemiyordu artık. Mutluluk yanıbaşımızdaydı ve bunu çekip almak da artık bize kalıyordu. Bu yeni hayat tarzı, daha hafif, daha ritmik, daha şen şakrak, daha Batılı bir müziğe ihtiyaç göstermekteydi ve bu da, pop’tan başka bir şey olamazdı.”
Ülkenin uzun yıllar öncesinden kaçırdığı, batı ile doğu arasında köprü olabilme imkanı, bir daha yakalanması mümkün olmayacak şekilde ne kadar çalışsa da çabalasa da, özellikle müzik alanında elde edilmeye çalışılan başarılarla geçmişte elde edilenlerinde 80’ler sonrası yitip gitmesine neden olmuştu.
Bu adeta ülkenin kaderinin de bir göstergesiydi.
Bu dönemlerde Batı’nın müzik akımları ve sanat dünyası ile yakınlaşabilmesinin adresleri ise Akmar Pasajı gibi belli başlı üniversitelerin sanat kulüpleri, film ve müzik festivalleri, konserler v.s sanat gösterilerinin izlendiği alanlardı.
O yıllarda yurt dışında konser izleyebilme olanağı elde edenler çok şanslı sayılıyordu. Stadyumlarda veya başka açık alanlarda binlerce kişinin izleyebildiği konserlerin, ülkemizde ne yazık ki halen gerçekleştirilememiş olmasını herhalde büyük bir kusur olarak kabul etmek gerekir.
“Sar 90’a’’ a belgeseli belki bu bakımdan neleri kaçırdığımızın da bir belgesi olacaktır.
Belgeseli ortaya çıkaranların fikirlerine, ellerine sağlık…
Belgesel ile ilgili söyleşinin tamamını okumak isteyenler için:
http://www.gazetekadikoy.com.tr/haberDetay.aspx?haberID=8372
Benzer bir yazım: Kadıköyün Sesi