ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ

Siyaset sürecimizde, geçmişin üzerinde yükselen ve devralınan mirası korumaya çalışarak “muhafazakârlık” olarak adlandırılan bakış açısı, Osmanlı dönemi ideolojisi ve ideolojik içeriğiyle, küreselleşen ekonomik istekler içinde bulanıklaşmış, taşralı zihniyeti ve gelişmemiş vizyonlara eklemlenmiş sosyal ve ekonomik modellerde kent olgusu, sadece bir figüran olarak anlam taşımaktadır.İdeolojik amaçlarla kullanılabilir fakat kültürel içeriği sınırlıdır. İmar afları, geçmişte gecekondulaşma, günümüzde kaçak yapılaşmaya izin vererek oy potansiyelini elde tutabilme olgusu bu amaçların tipik göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Büyük kentlerin tarihi kimliklerini acımadan yok eden bu tavır,  kültürel boşluğun sonucu olduğu gibi aynı zamanda nedeni olarak bir kısır döngüyü de harekete geçirmektedir.

Geleneksel olanı politikalarına temel almış gibi görünürler oysa geleneksel fiziksel çevrenin tek bir taşına bile hürmet etmemişlerdir.

Başka bir deyimle muhafaza edilmesi gereken değerlere saygı gösterilmemiş, dağılıp bozulmasına göz yumulmuştur.

Bütün bu olumsuz tavır, tarihin maddi boyutlarının da kavranamamasından kaynaklanır.

Son yıllarda İstanbul’da arkeoloji alanında elde edilen bulgular dünya bilim platformlarında yepyeni ufuklar açarken, küçümsenip değersizleştirilerek tarihin maddi boyutlarının ne kadar önemsendiği de ortaya konmuştur.

İstanbul’un gelişmesi konusuna bir süre sadece politik açıdan bakılmış, tarihi kent dokusunu büyük bir hoyratlıkla yok eden zihniyet hiç bu günkü kadar acımasız olmamıştır.

Gelenekselci bu zihniyet, bütün diğer kentleşme boyutlarını da unutarak, metropollerdeki arazilerin rant potansiyelini paraya çevirmeyi ulusal bir politika haline getirmiştir.

Bu pencereden bakıldığı zaman, Taksim’de yapılmak istenilenler daha net anlaşılmaya başlanıyor şimdi.

Taksim Cumhuriyet Meydanına ait ortaya konulan projeler ile Atatürk Kültür Merkezi ve çevresine ait düzenlemeler, hafızalarda yer etmiş olan dış görünümünü ve meydanda yaşanan sosyal olaylar kadar, uzun zamandır kapıları kapalı olmasına rağmen geçmişte sahnelerinden, sergi salonlarından, konserlerinden ve daha pek çok etkinliğe yapmış olduğu ev sahipliğiyle kültürel yaşantımızda yer eden katkılara ait tüm izlerin silinmesinin tek anlamı toplumsal belleğe “restart” verilmek istenmesidir.

Taksim'de duran bir Abide

Taksim’de duran bir Abide

“Taksimetrenin sıfırlanması” gibi bir anlam taşımasından yola çıkarak,  Taksim Cumhuriyet Meydanında bir abide gibi yükselen Atatürk Kültür Merkezi’ni unutmamak ve unutturmamak üzere kısa geçmişine bir göz atabiliriz o halde.

Açıldığı sırada Avrupa’nın ikinci en büyük sıfatını elinde taşıyan bina, geçen yüzyılın yalın ve işlevsel mimari anlayışının tipik bir örneği olmasına rağmen ülkemizde bu anlamdaki tek örnektir.

1300 kişilik büyük salon, 500 kişilik konser salonu, 200 kişilik tiyatro salonu, 250 kişilik sinema salonları ile üst katında büyük bir sergi salonu olan Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi, Cumhurbaşkanlığı Devlet Senfoni Orkestrasının daimi sahnesi olarak hizmet vermekteydi.

Bu yapısıyla Atatürk Kültür Merkezinin varlığı onu ismi ve mimarisiyle modern Türkiye Cumhuriyeti’nin de önemli bir sembolü yapmaktadır.

AKM ismi ve mimarisiyle önemli bir sembol

AKM ismi ve mimarisiyle önemli bir sembol

Atatürk Kültür Merkezi, başta gerçek “İstanbul Festivali” kapsamında nice tarihi etkinliğe tanıklık etmiş bir yapı.

1946 yılında İstanbul Belediyesi’nin siparişi üzerine Rükneddin Güney ve Feridun Kip, İstanbul Operası için yeni bir proje hazırlamıştı. Binanın temeli 29 Mayıs’ta İstanbul Valisi Lifti Kırdar döneminde, Muhsin Ertuğrul ve arkadaşlarının da katıldığı törende atıldı. Binanın temelinde halen Muhsin Ertuğrul ve Vasfi Rıza Zobu’nun imzaladıkları mektupları bulunmaktadır.

1953’ te binanın yapımı, Belediye imkânlarıyla ikmal edilemeyeceği için Maliye Bakanlığına devredilir.

1956’da Bayındırlık Bakanlığının proje için Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nu görevlendirmesiyle başlayan proje süreci, 27 Mayıs devrimi sonrasında üç yıl süreyle kesintiye uğradı.

Bina 12 Nisan 1969’da “İstanbul Kültür Sarayı” adıyla açıldı. Bir yıl sonra 27 Kasım 1970’de ironik bir biçimde Arthur Miller’in Cadı Kazanı isimli oyunu sahnelenirken çıkan yangında çok büyük zarar gördü ve kullanılamaz hale geldi.

Yangından bir görüntü

Yangından bir görüntü

Üzerinden geçen sekiz senelik bir restorasyon dönemi ardından Hayati Tabanlıoğlu tarafından tekrar projelendirilerek 1978’de bu kez “Atatürk Kültür Merkezi” adıyla yeniden açıldı.

2005 yılında ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu gerekçesiyle dönemin Kültür Bakanı Attila Koç tarafından binanın yıkılması önerilmişti ancak bir takım girişimler neticesi binanın yıkımı engellenmişti.

Bu gün ise Atatürk Kültür Merkezinde çalışmalar durdurulmuş ve binanın kaderi hakkında verilecek karar beklenmektedir.

Günümüzde Atatürk Kültür Merkezi

Günümüzde Atatürk Kültür Merkezi

Taksim Cumhuriyet Meydanı, Gezi Parkıyla, Atatürk Kültür Merkeziyle, Cumhuriyet Anıtıyla, toplumsal bir alan olup geçmişten geleceğe taşıdığı tarihsel anlamı ile İstanbul’un olduğu kadar Türkiye’nin de, yaşanılan acılarıyla, verilen şehitleriyle, en önemli meydanıdır.

Bu meydanın taşıdığı izlerin yok edilmesi, toplumsal belleğin silinmesi ve geçmişin yok edilmesidir.

Taksim Cumhuriyet Meydanının yok edilmesini hiç kimse isteyemez, tıpkı anaların ağlamasına evet diyemeyeceği gibi…

Meraklısına;

“AKM’nin korunması için ne bir resmi karar ne de onaylanmış bir proje var. İstenirse hemen yıkılabilir…”

Bu tür açıklamalara hop oturup hop kalkanlardan biri de Mimarlar Odası’nın İzmir’deki emektarlarından Şükrü Kocagöz, özetle diyor ki:

  1. AKM, 06.01.1999 gün-10521 sayılı Koruma Kurulu kararıyla “korunması gerekli kültür mirası” olarak tescil edilmiştir.
  2. Aynı kurulun 30.10.2007 gün – 1344 sayılı kararıyla koruma derecesi “ 1. grup” olarak belirlenmiştir.
  3. “Rölöve”si bile 06.12.2006 gün – 689 sayılı kararla onaylıdır.
  4. 14.05.2008 gün – 1783 sayılı kararla da “restorasyon avan projesi” uygun görülmüştür…” Şimdi bu yapı için hiçbir tescil ve koruma kararının bulunmadığını söyleyenler, acaba gerçekten ilgisiz ve bilgisizlikten mi ya da cahilliklerinden mi; yoksa gerçekleri belli amaçla gizlemelerinden ötürü mü böylesine yanıltıcı söylemle toplum önüne çıkıyorlar?

Peki, mimar Kocagöz’ün belirttiği resmi “onay”lar ne anlama geliyor?

  1. Bina, 20. yüzyıl kamu mimarlığımızın özgün bir örneğidir. Mimarlık sanatının ülkemizdeki çağdaşlaşma sürecini de temsil etmesi bakımından yaşatılarak gelecek kuşaklara aktarılması, Türkiye’nin imzaladığı uluslararası koruma sözleşmelerinin de gereğidir.
  2. Koruma grubunun “1” olması, sadece dış görünüşü açısından değil, iç mimarisi ve mekânsal planlama özellikleri bakımından da “tüm özellikleriyle” korunması gerektiği anlamına geliyor.
  3. Rölövesinin onaylanması, tüm korunması gerekli mimarlık örneklerinde olduğu gibi kısmen ya da tamamen yıkılması durumunda bile “özgün nitelikleri ve özellikleriyle” yapımının güvencesidir.
  4. Restorasyon avan projesinin uygun görülmesi de rölöveye, güvenceye alınan mimari özelliklerine uygun bir restorasyonun, buna yönelik uygulama projesiyle gerçekleşmesini sağlamak içindir…

AKM yıkılamaz; sadece restore edilebilir. Yeter ki bunu sağlayan ulusal koruma hukukumuzda, bizi dünyaya rezil edecek “korumamayı” öngören değişiklikler yapılmasın…

Not: Bu yazı Mimar Oktay Ekinci’den alıntılanmıştır.

Konuyla İlgili Diğer Yazılarım

  1. Taksime Topçu Kışlası
  2. Cezayirli Hasan Paşa