Şu “İthal-Dış Alım” denilen en önemli kapitalizm ve onun ileri aşaması olan uluslar arası ekonomik ilişkilerin dayanağı emperyalizmin evrensel formülünün ülkemizde yakından tanık olduğum bir örneğini anlatarak hem kendi kendimize bindiğimiz dalı kesmenin hem de yeni ve gelişmekte olan bir teknolojinin ülkemizde diğerleri gibi önünün nasıl kesildiğinin ibret alınacak bir öyküsüdür okuyacaklarınız.
İki kardeş bir gün bana geldiler, birisi dünyanın en gelişmiş ve medeni ülkesine zamanında işçi olarak göçmüş ve bin bir türlü meşakkat ile çalıştığı CD (Compact Disk) üretimi yapan bir fabrikanın önemli yöneticilik görevine kadar yükselerek tüm üretim, satın alma, dağıtım, pazarlama v.s proseslerini ezberlemiş ve o tarihlerde henüz ülkemizde CD denilen materyalin yeni yeni tanınmaya başladığı dönemde üretimi için yurdumuzda yatırımına karar verebilecek kadar da ileri görüşlüydü.
Birlikte gözden geçirdiğimiz fizibilite etütleri neticesinde zaten sonuç nasıl ve ne olursa olsun karar verilmiş olduğu halde yatırıma girişildi. Elbette bilginin güç olduğu yaşadığımız çağda, bu süreçte edinmiş olduğu teknolojik bilgilerin kıymeti kendisine büyük bir güç sağlamıştı. Bu sayede henüz ülkemizdekilerin bihaber olduğu CD üretim prosesini ilk olarak olmasa da ilklerinden birisi olarak yaşama geçirmişlerdi bu iki kardeş.
Yatırım kredisini o tarihlerde ülkemizde bulabilmek, projeyi değerlendirebilecek şartları konuşabilecek bankacılar maalesef ülkemizde yoktular. Bizim ülkemizdeki finans kuruluşları işin en kolayını bildikleri ve en ucuz maliyetle en çok karı elde etme hırsıyla kredi vermenin tek kriteri olan, halende olduğu gibi “tapu” düzeyinde iş görmekteydiler, ama yatırımı geliştirmek ülkemizde böyle bir tesisi geliştirerek uluslar arası konumda iş görebilecek şekilde üretim yapabilmenin yollarının bulunması gerekiyordu.
Ülkemizin finans kuruluşları CD üretimin ve uluslar arası koşullardaki kazancının ne olabileceğini kavrayamamışlardı her zamanki gibi anladıkları tek konu olan gübre üretimine kredi veriyorlardı. Bu konu çok daha derinlemesine ele alınması gerekli bir konu olup finans kuruluşlarının da ülkemizdeki gelişmeleri ve yeni oluşumlara nasıl ve ne şekilde baktığının bir değerlendirmesinin de yapılması lüzumuna inanıyorum ama ne yazık ki ülkemiz eskilerin deyimiyle bir “Bankalar Cumhuriyeti” dir. Mali konulardaki yasal düzenlemeleri yakından takip ederseniz ne demek istediğimi daha iyi değerlendireceksiniz.
Size bir örnek; ülkemizde yabancı para ile yapılan işlemlerin TCMB tarafından değerlendirilen günlük kur fiyatlarıyla TL. sı olarak muhasebe kayıtlarına geçirilmesi yasa gereğidir. Bu işlem sonucunda TCMB tarafından değerlendirilen döviz fiyatları ile muhasebe kayıtlarına geçirilen işlemlerin sonucunda bir mali kar yâda zarar doğmaktadır. Bu durumda işletmeler kur kazancından ötürü vergi ödemektedirler. Elinizde 100 Amerikan Doları var bu günkü değeri 1.50 TL üzerinden 150 TL. değerinde olmaktadır, yılsonunda 1 Amerikan Doları 1,52 TL olduğunu varsayalım o zaman sizin kazancınız 2 TL olacaktır ve siz bu kazancın vergisini ödemekle mükellefsinizdir. Şimdi bir dövizin en çok hangi kuruluşlar marifetiyle işlem gördüğünü düşünelim, herhangi bir yurt dışı faaliyeti olan firmamı yoksa bir banka mıdır bu sorunun cevabı, elbette döviz ülkemizde herhalde en çok bankalar marifetiyle işlem görmektedir ama o da ne bankaların vergisel nedenlerle döviz değerlemesi yapması yasaca ön görülmemiştir. Başka bir söylemle döviz kurlarının artışından dolayı elde edecekleri kazanç vergi dışıdır.
İsteyen Şükrü Kızılot hocaya sorabilir.
Şimdi ülkemiz “Bankalar Cumhuriyeti” midir değil midir? Buna siz karar verin.
Ne demekteler bu konulara efendim finans kapital oligarşisi mi? Galiba böyleydi.
Neyse biz yine dönersek ülkemizdeki CD üretimi yapmak isteyen kardeşlerin kredi arayışına, destek, yine göç ederek büyük özveriyle çalışıp didinerek bir yerlere gelebilmesini sağlamış dünyanın en medeni ülkesinden geldi, onlar projeye kredi verebilecek kadar sofistike hale getirmişlerdi finans kapital denilen olguyu. Biz ise her konuda olduğu gibi Vandalizm ile ne yatırım projesine ne firma bilançosuna (Basel II kriterleri uygulanacakmış yakında…) ille de tapuya kredi verilebilir olarak yapabilmekteyiz bu işi eh nede olsa orası dünyanın en medeni ülkesi sıfatına hak kazanmayı başarmış bir ülke.
Sonuçta makineler yurda geldi en ileri teknoloji ile CD üretimi yapılabilmesinin yolu açılmıştı. Kollar sıvanarak üretime girişildi sonuçlar tatmin edici ve ümit vericiydi. Ülkemizde CD imalatı yapılabiliyordu, o zamanlarda CD denilen materyal yurt dışında sipariş üzerine hazırlanarak dış alım yapılabiliyordu, aslında henüz daha sipariş üzerine hazırlanarak dış alımı yapılan çok fazla bir şeyde yoktu, çoğunlukla, henüz teknolojinin yeni bir safhası olan eski LP (Long Play)lerden CD lere aktarılan bir sürü yeni teknoloji ürünü eski plakların yerine hazırlanmış olan yeni CD ler vardı. Ülkemizde henüz hiçbir ünlü yeni ürünlerini CD formatında piyasaya sürebilmiş değildi, halen kaset çalışmaları yapılmaktaydı nasıl olsun ki altyapı yoktu. Bu durumda ülkemizde CD üretimi yapabilecek bir tesis yabancı bir ülkenin kredi desteği ve ileri görüşlü yatırımcılarımız sayesinde kurulabilmişti.
Durumu kısaca değerlendirmeye çalışırsak, CD üretiminin ne olduğunun farkında olan veya olabilecek olan kaç kişi vardı acaba o zaman ülkemizde yani tam anlamıyla Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi bir işti, bu yatırımda. Aynı şartları göz önüne alarak işe girişmiş ileri görüşlü birkaç iş adamı ile ülkemizde CD üretimi işte böylesine her alanda olduğu gibi olumsuzluklarla dopdolu bir ortamda başlamıştı.
Birazda sayılardan söz edecek olursak bir CD nin o zaman satış fiyatları henüz AB ülkelerinde Euro denen para birimi hayata geçmemiş olduğundan Alman Markı esasına göre 4 – 4,5 Alman Markı tutarındaydı bu da bizim paramıza göre 12 – 15 lira civarında bir paraya tekabül etmekteydi görüyorsunuz değil mi bu günkü fiyatlar ile bir karşılaştırır mısınız? Bu gün yani 2011 senesinde 10 adeti 1 – 1,5 Amerikan Doları seviyelerinde olup 2 TL ye yakın bir değer etmektedir. Bindiğimiz dalı nasıl kestiğimizin en güzel göstergesidir fiyatların oluşumu.
Bu ise bizlere bir başka şeyi daha göstermektedir döviz üzerindeki değişkenliği, dünyanın hiçbir ülkesinde birkaç birimi kullanılmamaktadır her ülkenin ulusal bir para birimi vardır ve her şey bu para birimine göre ifade edilir ancak bizim ülkemizde geçerli para birimi nedense bir türlü TL olamamıştır.(Nokta) Bunu da İmam Hatipli Ahmet Hakan’a bir soralım neden acaba TL olamamıştır? (Soru İşareti).
Ülkenin ileri gitmiş ama aslında geri olan iş adamlarından müteşekkil bir grubun, CD üretiminden anladıkları Karadenizlinin ekmek fırınındaki üretiminden daha öteye bir şey değildi. Nasıl ve ne şekilde olduysa böylesi bir üretime girişmiş oldukları halde bu yatırımdaki ruhu kavrayabilmiş değillerdi. Hem sanata hem de bilime hizmet edebilecek güçte olan bu ileri teknolojinin nimetlerinden yararlanabilecek düzeye ulaşabileceğini umut ediyorduk ama kısa yoldan para kazanabilmenin cazibesi daha üstün geliyordu ileri gitmiş ama aslında geri olan iş adamlarımıza. En geniş pazar olan oyun CD’lerini yaparak para kazanmanın yollarını aramaktaydılar ha birde unutmayalım ki bizim gibi aç bir ulusa en iyi sunulabilecek olan neydi elbette porno CD’leriydi.
İşte bunların imalatını yapabilmek üzere yatırım yapmıştı iş adamlarımız, onlara anlatmaya ve gerçek anlamda yaptıkları yatırımın hakkını verebilecek düzeyde üretimi yapabilmenin inceliklerini öğretmeye çalıştık ama hak getire hepsi bildiği yoldan asla vazgeçmeyeceklerdi. O günlerde medya denilen olgu bu kadar popüler olamamış, henüz emekleme safhasındaki magazin programları ile toplumumuzu manipüle etmeye, haber programları ve diğer sözde hararetli tartışmaların yapıldığı TV programları ile milleti istenilen ve arzu edilen sonuçlara hazırlayabilmenin inceliklerini sağlayabilecek düzeyde erişememiş olduğundan, kendi ayakları üzerinde yaşamını idame ettirebilecek müthiş pazarlama taktiklerini hazırlayabilmek üzere plazalardaki yönetim merkezlerinin birkaç katını dâhiyane fikirler üreterek gazete satışlarını artırmaya yönelik girişimcileri istihdam ederek hayata geçirmeye çalışmaktaydılar bunun en güzel örneklerini bir zamanlar gazetelerin tabak çanak promosyonları ile satışlarının nerelere vardığını hatırlayabiliriz işte bu furya esnasında gazetelerimiz birde promosyon ürünleri arasına CD’leri katmışlardı gazetenin yanında birde oyun CD’si veya oyun CD’si verilmekteydi, işin gazete okuyucuları yönündeki görüntüsü böyleydi üreticileri yönündeki görüntüsü ise gazetenin hangi CD’den üretimi için kaç adet sipariş vereceği ve kimin bu işi hangi fiyatı vererek kotaracağı önemliydi. Toplantı toplantı üstüne yapılmakta CD üreticileri yaptıkları yatırımın geri dönüşümünü sağlamak üzere kasalarına girecek parayı hesap etmekte gazetelerde en düşük maliyetle CD’leri satışlarımı artırmak üzere nasıl alabilirimin hesabını yapmaktaydılar. İşte böylesine vahşi kapitalizmin yaşandığı süreçte siparişi kapabilmek uğruna ha bire fiyat kırarak kendi bindiği dalı kesen bir piyasanın iş bilir iş adamları sonunda bedava denebilecek fiyatlarla gazetelere CD imal edecek düzeylere geldiler ve kasalarına giren para ne onları tatmin edebilecek düzeyde oldu nede gazetelerin satışlarını patlatmaya yetecek düzeye bir türlü erişmediğinden karlı olan noktaya tekrar dönülmenin yolları aranmaya başladı ama artık iş işten geçmişti bu fiyatlarla CD üretimini sürdürebilmek mümkün değildi o halde yeni yollar aranmalıydı. Kitlelere ulaşan ve bir şekilde ona bilgi aktarabilen bu yeni iletişim aracının mutlaka kontrol altında tutulması gerektiğinden tıpkı gazete, dergi, kitap v.s gibi elektronik bilgi iletişiminin bir parçası olması nedeniyle üretimine ait bilgilerin bir merkezde toplanmasını sağlayabilmek amacıyla her CD üretimine uygun bir bandrol verilmesi yasalar gereğiydi ancak bunu ülkemizde yasaların arkasından dolaşarak kazanç kapısı haline getiren usta girişimcilerimiz her alanda olduğu gibi bu alanda da kendisi göstermiş ve korsan CD üretimi almış başını yürümüştü. Bu şartlarda iyi niyetli ve dürüst işadamı olarak üretilecek CD’den para kazanmak mümkün değildi. Para kazanabilmenin tek yolu korsan CD üretimiydi bu da artık CD üretimine yatırım yapabilmenin ticari anlamda yollarını kapatmış ve bu harika materyalin ülkemizde üretimini yok ederek hizmet edebileceği alanların tümünün de yollarını tıkamış önünü kesmişti. Yine eğri oturup doğru konuşmaya çalışırsak müzik piyasamız neden bir türlü gelişememekte, görsel alandaki çalışmalarımız neden bir adım ileri gitmemekte, elbette bunların hepsinin nedenini tutup ülkemizdeki CD üretiminin nasıl yok edildiğine mi bağlamak gerektiği konusunda hem fikir olmayabiliriz ancak şunu yine söylemekte fayda var sanıyorum hala ülkemizde binlerce CD’nin satışının yapıldığı mağazalar neden yok, istediğiniz müziği bulabileceğiniz, istediğiniz filmi bulabileceğiniz büyük alış veriş merkezleri neden yok, şimdi gelen yanıtları duyar gibi oluyorum, indir internetten değil mi? Neden para vererek alalım, biz enayi miyiz?
İşte bizim anlayışımız her alanda olduğu gibi uyanıklık, emeğe, sanata, yaratıcılığa saygısızlık.
Bu konudaki somut bir örneği de aktarmadan geçemeyeceğim, tamamen kendi imkânları ile bizleri bir kez daha onurlandıran dâhiyane müzik adamlarımızdan her ne kadar eleştirsek de o her daim iyi bir müzisyen olarak kalacağından hiç şüphe edemeyeceğim Mazhar Alanson’un kendisini anlattığı “Mazharca” adlı kitabına ek olarak okuyucusuna bir ödül olarak verdiği CD’yi dinleyin onun neler yapabileceğinin ve ülkemizde neden bir Leonard Cohen olamayacağının en bariz kanıtının da bu satırları okuyanların anlayabileceğine eminim.