Birçok kişinin eğer yapılmamış olsaydı şimdi ne yapardık acaba diye durup düşündüğü İstanbul ve Kadıköy yakasındaki sahillerin doldurulması 1980 sonrası siyasi erkinin marifetidir. Sahilleri doldurma projesi neyi hedeflemekteydi, ilkönce rant, daha sonra İstanbul’un sahillerini insanlardan uzaklaştırmak. Sahilleri insanlardan uzaklaştırmanın ne amacı olabilirdi acaba bir düşünün bakalım, elbette ki istenilenlere peşkeş çekmek, dünyanın en çok tanınmış sahillerine bakın örneğin aklıma ilk gelen Fransa’daki Cannes yahut Amerika’da Daytona Beach hangisi insanlara kapatılmıştır aksine sahilin insanlara açık tutulması için tüm yapılar sahilin gerisinde inşa edilmişlerdir. İnsanlar denizlerden daha fazlasıyla yararlanabilsinler düşüncesiyle sahillerden yolda geçirilmemiştir.
Dedik ya bizim rant hırsımız hiç bitmeyecektir, elimizden gelse Dolmabahçe Sarayı’nı otele çevirir, Topkapı Sarayı’nı yıkıp yerine residence bile yaparız.
Tebessüm ettiğinizi görür gibiyim yok canım daha neler diye geçiyor içinizden ama şimdi gözünüzün önüne Roma şehrini getirin bütün tarih olduğu gibi muhafaza edilmekte, 1552 yılından kalma eczane halen işletilmekte, 1796 yılından ya da 1876 yılından kalma bir kahvehane halen ilk günkü gibi ayakta durmakta, bende bir örnek vereceğim gidip görün bakalım Tophane kıyısında 1576 ya da o civarda olan bir tarihten kalma bir kilise ile bir camii bulunmaktadır, kilise halen ibadete açık ancak camii ise enkaz haldedir. Hadi şimdi söyleyin bana Roma’da ayakta duran tarih mi yoksa en sıradan tarihi eser olan çeşmelerimizi bile ayakta tutamayan medeniyetimiz mi? Rant uğruna her şeyi yok edebilen bir ülke, yakıp yıkmak işte tüm yapabildiğimiz bundan ibaret.
Ne o yüzünüzdeki tebessümün bir anda yok oluverdiğini görüyorum üzülmeyin medeniyet bizim işimiz değil ne yazık ki. Her gün gidip geldiğiniz yollara bakın bakalım ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Bir medeniyetin göstergesi yollarıdır, tıpkı Roma’nın İngiltere’den Mısır’a kadar inşa ettiği gibi.
Ama onların inşa ettiği yollar yüzyıllardır sapasağlam ayakta durmaktadır. Bizim yaptıklarımız ise acaba nasıl olmaktadır. Sene 1982 inşaat teknolojisinin herhalde Roma’dakinden çok daha ileri olduğu bir çağda, İstanbul’daki sahillerin doldurulmasına karar verilmiş ve çalışmalar başlatılmış kamyonların biri geliyor biri gidiyor taşıdıkları molozları sahillere acımasızca boşaltıyorlar, iş makineleri aralıksız çalışıyor ki bir an önce sahilleri doldurarak İstanbul’un ırzına geçebilsinler. İstanbul’da her taraf şantiyeye dönmüş, göz gözü görmüyor, kim kime dur diyebilir zaten yaşananlar insanları insanlıklarından uzaklaştırmış. Bir keşmekeştir gidiyor her zaman olduğu gibi kör tuttuğunu beceriyor. Her yerin toz duman olduğu o günlerde nedense sahiller doldurulmaya başlanıyor, bir de ulvi söylemler ortaya atılıyor Kadıköy’de tekne bağlayacak modern bir marina yokmuş, sanki bu güne kadar Kadıköy’de kimse teknesini bağlayacak yer bulamadı da bu gün mü ihtiyaç doğdu, dökün molozları sahile bakalım.
Çok kısa bir sürede bütün sahil doldurulmuştu hepimiz neye uğradığımızı şaşırmıştık çünkü bütün yaşantımızın geçtiği o sahiller birdenbire yok olmuştu biz şimdi ne yapacaktık tıpkı bir baraj inşasından sonra insanların yaşadıkları yerlere su basması ile birlikte evlerini yerlerini yurtlarını terk etmesi gibi bir şeydi bu.
Her şeyimiz en önemlisi yaşantımız elimizden alınmıştı ve bizler hiçbir şey yapamıyor sesimizi çıkartamıyorduk.
Birde baktık ki doldurulan sahillere beton dökülüyor sözüm ona insanlar daha iyi yararlanabilsinler diye. O kadar kısa bir süre içerisinde bu iş bitirildi ki bizler hayretler içerisinde ağzımız bir karış açık seyredebiliyorduk, hiçbir iş bu kadar kısa bir süre içerisinde tamamlanamamıştır tanıdığımız ve bildiğimiz ülkemizde, bu işin içerisinde bir iş vardır diye düşünüyorduk. Düşüncelerimizin ve duygularımızın sanki bir tezahürü gibi o günlerde çıkan İstanbul’un meşhur lodos fırtınalarından biri sahillere dökülen betonları olduğu gibi kaldırıp atmıştı hepsi kırılmış ve yerli yeksan olmuştu. Ne kadar keyif aldığımızı bilmem anlatmaya gerek var mı artık ne derseniz deyin bu işe, Tanrının bir lütfu mu, yoksa denizin intikamı mı ne olduğunun açıklaması çok da önemli değil önemli olan bizim medeniyet ölçülerimize göre ortaya çıkan sonuç olmuştu. Yol yapmasını beceremeyen bir medeniyet, nasıl bir dünya ülkesi olmaktan, üçüncü dünya ülkesi haline geldik alın size bir örnek daha, Karadeniz sahil yolu projesi, afralarla tafralarla, her ne kadar oralarda yaşayan bir kısım insanın itirazları ve karşı koymaları olmuşsa da bu çok ama çok önemli projeyi hayata geçirmek için hiçbir itiraz ve karşı koyma nazarı itibara alınmayarak tıpkı doldurulan İstanbul sahilleri gibi koca Karadeniz sahilleri doldurularak yollar inşa edilmiştir. Sonuç yine aynı pek tabii ki, çıkan bir fırtına yağan bir yağmurdan sonra bütün otoyol yerli yeksan olduğu gibi birçok insanın yaşadığı yerlere sular basmış hatta bir çok ölümlerde olmuştur. Neden acaba yoksa biz yol yapmasını bilmiyor muyuz?
Alın size yine yakın bir tarihte yaşanan başka örnek, Tekirdağ sahillerinde yaşananlar, neden yine aynı, sonuç yine aynı birçok ölüm. Neden insanımızın denizle olan bağını kopartmak, denizi doldurarak yollar yapmaya çalışmak, işte bizim medeniyetimiz daha ne söylenebilir ki.
Aynı beyinsiz kafa sayesinde doldurulan Kalamış sahilinde henüz adına marina denilen ve dünyada tek örneği olmayan böyle bir rezalet yaşanmaya başlamamıştı, belki benzeri uygulamalar Hindistan’daki siyasal kast sistemine göre mevcuttur ya neyse konuyu dağıtmayalım, doldurulan sahillerde insanlar denize girmek için çeşitli yollar bulmaktaydı bunlardan biriside Dalyan sahillerinde bulunan Büyük Kulüpte azalarının denize girebilmesini temin etmek amacıyla yaptırılan heyula gibi dünyanın hiçbir yerinde rastlanamayacak bir olayı da kendi tarihimize şanla ve şerefle yazdırdığımız batan Karaköy vapur iskelesi büyüklüğündeki şamandırayı sahiller doldurulunca getirip Kalamış koyuna demirlemişlerdi.
İşte ne olduysa ondan sonra oldu İstanbul’un meşhur lodos fırtınalarından bir tanesi daha patlayınca tarihimize şanla ve şerefle yazdırdığımız batan Karaköy iskelesi büyüklüğündeki Büyük Kulübe ait şamandıra demir tarayarak Kalamış koyundaki bir sürü tekneyi dalgaların hırsıyla parçalamış adeta üzerlerinden silindir gibi geçerek canım teknelerin her birini neredeyse kıymık haline getirmişti.
Bu teknelerden bir tanesi de çok yakın bir arkadaşımıza aitti ve bizler bu tekneyi ortaklaşa kullanmaktaydık. Artık ortada ne tekne kalmıştı ne de Kalamış sahili.