FISTIKÇI BABA

Fıstıkçı Baba’nın yaşadığı çadırı bizim evin arka bahçesinde bulunan çınar ağacı ile şimdi Kalamış’ta İş Bankası lokalinin yanında olan kebapçının o zamanlar Reha’ların olan evin arka duvarı arasındaydı. Öncesinde  ise çok kısa bir süre tanıma imkanı bulduğum Orhan isimli (soyadını anımsayamıyorum.) arkadaşımıza ait olan bu villa, yalı mı demeliyim yoksa tam olarak kestirememekteyim, ailesi tarafından bilemediğim bir nedenden dolayı satılmadan önce son derece gösterişli, bahçesinde yaşayan ördeklerin ve kazların rahatça denize girip çıkabilmeleri için yapılmış kümes kapıları bile bulunan ayrı bir güzelliğe sahipti. Burası daha sonra yine arkadaşımız olacak Reha’nın ailesi tarafından satın alınmıştı ancak Reha ve ailesi İstanbul’a sonradan gelmişlerdi, Kilis’li olduklarından da denizle hiç mi hiç yakınlıkları  yoktu. Deniz kenarında bulunan bu villanın son derece şık ve bakımlı olan bahçesinin kışın lodostan zarar görmemesi için bahçede bulunan korkuluklar tahta kalaslar ile kapatılır bahar geldiğinde bu tahtalar sökülerek bahçe yine yaza hazırlanır ve bakımı yapılır, villanın güzelliği ortaya çıkardı. Ancak  Reha’lar tarafından aldıktan sonra bahçenin korkuluklarını kapatan tahta kalaslar bir daha yerlerinden sökülmedi aradan geçen senelerden sonra artık çürüyen ve dağılan tahta kalaslar  görüntüyü iyice bozduğundan Reha’nın babası tarafından sökülüp atıldıktan sonra içeride nelerin olduğunu meraklı gözlerle izlemeye başlamıştık. Ne eskiden olduğu gibi yaşayan kazlar ve ördekler vardı nede villanın bakımlı bahçesi kalmıştı. Bu işe bütün mahalleli çok kızsa da Reha’nın babasının doktor olması ve acil durumlara müdahale ederek kendisini kabul ettirmesi nedeniyle de hoş karşılanır olmuştu. Zaten geçen zaman süreci içerisinde de ne civardaki eski yapılar kalmış ne de o güzelim bahçeler ile ağaçlıklar hepsi İstanbul’un ırzına geçen inşaat furyasında yok olup gitmişlerdi.

Reha'ların Evi 1965

Reha’ların evinin bahçesi, şimdi İş Bankası lokalinin yanındaki kebapçı.

Fıstıkçı Baba en taze ve en leziz fıstıkları satarak hayatını idame ettiriyordu. Bizlerde onun en has müşterileriydik pek tabi ki. Külah içerisinde aldığımız fıstıklar içtiğimiz şarapların en güzel mezesiydi. Birde yazın akşamları gittiğimiz Kalamış Sahil Sinemasında yine Fıstıkçı Babadan aldığımız ay çekirdekleri seyrettiğimiz filmin ayrılmaz birer parçasıydı. Unutamadığım filmlerden bir tanesi de Woody Allen’in “200 Yıl Sonra” adlı filmiydi. Herhalde 4 yada 5 defa seyretmiştik.

Yaşantımızda çok ayrı bir yeri olan Kalamış Sahil Sineması belki de birçoğumuzun ilk defa öpüştüğü özel bir yerdi. Şimdi Yelken Kulübünün yan tarafında bulunan otel inşa edilen arazide cadde ile deniz arasında kalan kısımda bulunan açık hava sinemasıydı.

Ön tarafında da meşhur SET vardı. Set’de bir çay bahçesiydi ama orası daha çok Okey, King gibi oyun oynayanların takıldığı bir mekandı. Aşıklar orada bira içer Attila İlhan’ın “Ben Sana Mecburum” adlı şiir kitabını okurlardı yüksek sesle. O dönemde açık hava sinemaları da ayrı bir kültürdü. Kalamış Kızıltoprak bölgesinde üç ayrı açık hava sineması vardı. Bir tanesi malum Kalamış Sahil, diğeri İkizler ve cadde üzerinde BP benzin istasyonu karşısında Toraman sineması. Bağdat Caddesi tarafında ilerlediğinizde de karşınıza şimdi Kadıköy Belediyesi’ne ait Caddebostan Kültür Merkezinin bulunduğu yerde Budak sineması, ara sokaklarda Serdar ve Suadiye tarafında Çınardibi’nde Çiçek ve şu anda ismini hatırlayamadığım birkaç tane daha açık hava sinemaları vardı.

Bu sinemalarda haftada bir yada iki film oynardı ve yaz akşamlarının vaz geçilmez eğlence ve şamata alanlarıydı. Buralarda bir de çok güzel konserler olurdu. Dönemin iyi müzisyenleri zaman zaman konserler verirdi.

Barış Manço, Fikret Kızılok, Cem Karaca, MFÖ, Harun Kolçak gibi bizim müziğimizdeki önemli isimler buradan geçtiler yada burada yetiştiler. Barış Manço sarı renkli eski model Amerikan arabasıyla Kalamış’a gelir ve arabayı uzaktan gören herkes orada olduğunu anlar muhabette katılmak için çevreye sokulurdu. “Panço” nun nasıl gitar çaldığının taklidi yapılır yada bir başkasının konser esnasında ne bok yediğinin muhabbeti olurdu. Fikret Kızılok’unda beyaz renkli bir WV karavan minibüsü vardı oda Köhneye demir atanlardı. Tabi onlarla birlikte olan ve ismi bilinmeyen bir çok müzisyende.

Örneğin “Küt Numan” o zamanlar meşhur olan Tülay’ın Bas gitaristi. İnanın ki dünyanın en iyi basçılarından birisidir. Eğer Londra’da yaşasaydı bir “John Paul Jones” olmaması mümkün değildi. Küt Numan’ın  müziğini bu güne kadar hiç kimseden duymadım. Tabi en baba psikopatlardan da birisiydi saçlar omuzlarında ağızda …lık Kalamış’ta öyle dolaşılır ve sürekli yırtma muhabbeti yapılırdı. Sonunda Norveç’e yerleşti daha sonra aldığımız haberlerde orada ismini hayli duyurmuş. Nede olsa oralarda sanatın ve sanatçının kıymeti biliniyor. Ekibin diğer elemanlarıda davulda Body Saygun ve gitarda Cevdet…

Sinemalardan söz ediyorduk nereye geldik evet yaz akşamları her gece bir sinemaya gidilirdi, hayatımda sinemaya en çok o dönemlerde gitmişimdir herhalde zaten daha sonra bütün sinemalar yok edildi ne yazlık kaldı nede kışlık. Bunu bazıları Türkiye’de TV’nin  yaygınlaşmaya başlamasıyla açıklamaya kalkıyorlar ama bence mesele yine aydınlar ve onlara karşı duyulan korku. Düşünebiliyor musunuz dünyanın en iyi yönetmenlerinin filmleri dört bir tarafınızdaki sinemalarda boy gösteriyorlar, eğlence amacıyla  bile seyretseniz toplumdaki etkilerinin nasıl ve ne şekilde olacağı düşünülmeye değer. Şimdilerde bir “Sinema Günleri” festivali yapılıyor insanlar ticari amaçlarla kültür kisvesi altında bir güzel söğüşleniyor. Sekiz on tane sinemacı para kazansın diye toplumun bu açlığından yararlanılıyor. Oysa daha birkaç on yıl öncesinde bütün İstanbul’da “Sinema Günleri” yaşanıyordu ama ne oldu her şeyi yasaklayan ve toplumun aydınlanmasını istemeyen zihniyet bu güzelliği de yok etti.