Kadıköy Şehremaneti’ne ait olan sevimli binanın yanında bulunan tramvay duraklarından kalkan 6 numaralı Kadıköy-Fenerbahçe tramvayı, yaz mevsimlerinde yolcuların güneşten rahatsız olmamaları için kırmızı-beyaz renklerde takılan tenteleri rüzgârın eşliğinde salınırken, önce Altıyol, sonra Yoğurtçu Parkı ve Kızıltoprak duraklarında durarak Fenerbahçe’ye doğru yol alırdı.
Kadıköy İskelesinde vapurdan çıkan yolcular, akşam saatlerinde Kızıltoprak durağında indiklerinde, daracık sokakların henüz Arnavut kaldırımı denilen taşla döşeli olduğu zamanlarda, düşmemek için kendi mahallelerine doğru dikkatli adımlarla yürürlerdi.
Arabası olanlar parmakla gösterilecek kadar az, dolmuş ya da taksi ancak özel zamanlarda kullanılacak kadar pahallı olduğundan genellikle tramvay veya otobüs tercih edilirdi.
Mahalle kavramının devamı olan son zamanların yaşandığı İstanbul’un 60’lı yıllarında, mahalle hem toplumsal hem fiziki bir bütün olarak aile varlığına ve ilişkilerine denk düşen bir kentsel kurumdur. Mahalle kentsel bir kurum olarak yakın ilişkiler içindeki bir sosyal yapılanmayı da yansıtır. Bir mahallenin yapısını ve biçimsel özelliklerini belirleyen oluşumlar uzun yıllar boyunca değişmeden sürmüştür. Konutlar biçimsel açıdan, yapım teknikleri ve bezeme öğelerinde ki değişiklikler açısından farklılaşmalarına rağmen, konut alanlarının yapılanma kurgusu değişmemiştir. Geçmiş yüzyıllardan beri varlığını sürdüren yapılanma modelinde aileler hiçbir zaman küçük de olsa açık bir mekânı olmayan evlerde yaşamamışlardır. Fiziksel olarak bahçe, avlunun yerini almıştır. Bu bahçeli ev düzeni ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan yerleşim alanları modern zamanlar öncesi İstanbul’un tipik özelliğiydi.
Mahallelerde, ana merkeze uzanan caddelerin dışında, çok sayıda çıkmaz sokak bulunmaktaydı. Bu olgu dinsel oluşumun bir özelliği olarak büyük ölçüde aile dokunulmazlığı ve mülkiyet kavramlarıyla ilişkiliydi. Çıkmaz sokak aslında bir sokak değil bir ya da birkaç eve hizmet eden bir geçittir. Kentsel toplumun yaşamsal hücresi ve özü ailedir. Yaşamın toplumsal ve fiziksel koşulları üzerinde başka hiçbir kurumun böylesi bir etkisi olmamıştır. İstanbul’a niteliğini kazandıran kentsel molekül bu mahallelerdir.
Vittorio De Sica’nın Bisiklet Hırsızları filmindeki sokak manzaralarını anımsatan, bir köşesinde ekmek fırını, diğer köşesinde gazete bayii ile başlayarak ana yoldan ayrılan dar ve taş döşeli yolun iki tarafında sıralanan evlerin devamında Polis Karakolu bulunmaktaydı. Buna atfen Karakol Çıkmazı adı verilen sokak, modern zamanlar öncesi bahçe içerisinde bulunan evleri, birkaç katlı apartmanları ve eski ahşap evleriyle, geçmişte kalan bir yaşama ait son izlerdi.
İstanbul’dan, Kadıköy’e vardığınız anda kendinizi evinizde hissedersiniz, üzerinize bir rahatlama gelir. Koca şehrin tüm keşmekeşi, asırlardır taşıdığı ağırlığı bir anda üzerinizden kalkar. Mahallenizin sokağından geçerek evinizin kapısına geldiğinizde ise, huzurun ne demek olduğunu bir kez daha anlarsınız.
Birkaç yıl öncesinde hazırladığım bir çalışma konusuyla ilgili olarak, elime video kamerasını alıp Kızıltoprak, Karakol Çıkmazı sokağına daldım.
Sokağa dalmadan önce, Bağdat caddesi üzerinde, köşe başında bulunan fırının duvarında asılı duran, Fani Kaptan’ın ipe dizdiği çirozları kamerayla çekmeye başladım. Karşısındaki mavi renkli boyasıyla boncuk gibi duran gazete bayiinin kulübesini de çektikten sonra, yazlık sinemanın bahçesinde dolaşmaya başladım. Kapısındaki tabelanın üzerinde İkizler Sineması yazıyordu, içeride sıra sıra dizilmiş tahta iskemlelerle, beyaz badanalı sahnesi, afişteki Türk filmini izlemeye gelecekleri sessizce bekliyordu.
Sonra, kameramı her yıl bahçesinde okul müdürü ve sınıf öğretmenleriyle birlikte fotoğraf çektirdiğimiz, Zühtüpaşa İlkokulu’na doğru çevirdim. Okulun arka tarafında bulunan bahçesinde koşuşturan çocukların sesleri arasında, giriş kapısının önündeki merdivenlere oturdum, sınıftaki diğer arkadaşlarda geldiler, sınıf öğretmenimizle, okul müdürü de gelince sahne tamamlandı, herkes merakla bekliyordu artık o yılın fotoğrafını.
Kameramı okulun karşısındaki, çıkmaz sokağa doğru çevirerek yürümeye devam ettim, bahçesi fındık ağaçlarıyla dolu olan tek katlı evin, üzeri mozaikle kaplı olan apartmanın, çam ağaçlarının sallanan dallarıyla adeta bana hoş geldin demekte olan köşkün, birkaç karış yüksekliğindeki duvarlarının üzerinde sıralanmış oturan mahallenin çocuklarının önünden yürüyerek, sokağın sonuna vardım.
Haydarpaşa’dan kalkan Kara Trenin geride bıraktığı kömür kokulu dumanlarının etrafa yayıldığı bu sokağın en sonunda, erik ağaçlarıyla dolu bahçesinden girince, birkaç basamak merdivenle çıkılan eski ahşap evi gördüm. Bahçesinde duran kırmızı tulumbadan su içtikten sonra merdivenleri çıkarak kapıyı çaldım. Renkli camlarıyla bir vitrayı andıran kapı açılınca içeri girdim, geniş ve büyük bir odada duran eşyaların arasındaki yeşil gözlü Telefunken marka lambalı radyoyu kameramla çekmeye başladım. Radyonun başında merakla bekliyorduk, San Remo müzik festivalinde bu akşam Peppino di Capri birinci olabilecek miydi?
Kızıltoprak istasyonuna yakın
bahçesinde bir ahşap köşkün
çok büyük bir fıstık ağacı vardır.
Yana yatmıştır biraz.
Bu fıstığın altında bir kadın
Yeldirmesi sarı
Çamaşır asıyordu.
Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.
Beton villalar.
Bunlar devam eder ta Pendik’e kadar.
Henüz fidan halinde ağaçları
Ve üzüm kütükleri henüz yeşermede.
Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.
Beton villalar
Köşkü yıkılmış başkatip paşanın.
Kırk odalı bir alametti.
Ta Pendik’e kadar
Beton villalar
Beton villalar
Böyle ikindi vakti
Göztepe istasyonunda çıt olmaz.
Ve ekser o zaman
Oturur hep aynı sırada tek başına
Bir harem ağası
Çok uzun boylu.
Çok zayıf.
Son kalanlardan.
En ihtiyarı.
Beton villalar
Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.
Dehşetli bir ciddiyetle dolaşıyor çamlıkta
Parlak saten siyah önlüklü kızlar
Memeleriyle mağrur
Ellerinde kitapları
Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.
Beton villalar
Beton villalar
Süt gibiydi deniz
Güneşte kaybetmiş rengini asfalt yolun üzerinde
Plaja gidiyorlar
Kocaman sarı çiçekler gibi kımıldanıyor
Geniş şapkaların hasırları
Beton villalar
Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.
Adalar göründü karşıdan
Denizin dibiyle ilgisiz
Gemiler gibi
Suyun yüzündeler
Ta Pendik’e kadar
Beton villalar
Çimento fabrikası Kartal’ın
Toz içinde
Kederli ve kalın.
Sonra, arka tarafta üzerinde Şakir Zümre yazan yaldız renkli sobayı, ahşap evin yukarı itilerek açılan pencerelerini ve “harbi umumi” den kalma karartma gecelerinde kullanılan siyah renkli storları, mutfaktaki tel dolabı, Hot marka gazocağını, banyodaki bakır kazanlı termosifonu ve yatak odasındaki aynalı dolapları da çektikten sonra, kitaplıkta duran Artist dergisinin cildini elime aldım. Sayfalarını teker teker çevirmeye başladım, her sayfasından bir Hollywood yıldızı karşıma çıkıyor, yeni açılan Kent sinemasında oynayan filmlerde hayat buluyorlardı.
Singer marka dikiş makinesinin, pedalı üzerinde salıncak gibi sallandıktan sonra, kuzenimle birlikte kapı önündeki merdivenlerin üzerine oturduk.
Ahşap evin bahçe kapısından içeri, sırtındaki askıdan iki yana doğru birer terazi kefesi gibi sarkan kaplarıyla yoğurtçu Aliço giriverdi. Yere bıraktığı askısının yanında duran yoğurt kaplarından birinin kapağını açtıktan sonra, tenekeden yapılma küçük bir kutunun içerisinde tozdan topraktan korunması için duran kaşığını çıkartarak yoğurt kabından yarım kilo yoğurdu adeta keserek elindeki kantarın üzerinde duran kâseye koyarak tarttı, elinin ölçüsü o kadar hassastı ki, kantar tam yarım kiloyu gösteriyordu. Aliço’nun yoğurdunun kaymağı da bir parmak kalınlığındaydı. Üzerine şeker koyup yemenin tadına doyulmazdı, birde Kızıltoprak tren istasyonu yakınındaki bakkaldan aldığımız leblebi tozuyla, Arı pastanesinden alınan 1 liralık dondurmaların.
Kuzenimle birlikte oturduğumuz merdivenin basmakları üzerinde her akşam işten dönmesini beklediğimiz teyzemi, elimizde tuttuğumuz, taş parçaları, düğmeler veya küçük dal parçalarıyla, eve gelirken izlediği yolu çizerek tıpkı şimdinin navigasyon cihazları gibi izlerdik. Bunu, şu anda tramvaya bindi diye elimizdeki düğmeyi biraz ileri doğru hareket ettirerek, ya da şimdi sokağın köşesinden içeri doğru yürümeye başladı diyerek küçük taş parçasını biraz daha ileri doğru kaydırarak canlandırırdık. İşin tuhaf tarafı eve dönmesini beklediğimiz teyzemi, kuzenimle birlikte takip ederken, şimdi kapıdan içeri germesi gerekir dediğimiz anda, ahşap evin bahçe kapısının açılarak teyzemin içeri girdiğini görmeyi nasıl adlandırmak gerektiği hakkında pek bir şey söylemek de mümkün değildi. Kuzenimle birlikte oturduğumuz merdivenin üzerinden kalkarak, basamaklardan aşağıya doğru indim.
Geri dönerken, sokağın içerisinde üzeri mozaikle kaplı apartmanın üst katından, mahalledeki çocukların sesleriyle birlikte müzik sesleri de gelmekteydi. Hemen apartmanın kapısından girerek üst kata çıktım. Bir sünnet düğünü vardı, hokkabazı, davulcusu, zurnacısı, bağıran çağıran çocuklarıyla bu şamatayı da kayda almaya başladım. Hediyesiz sünnet düğünü olmazdı, bende koşarak caddenin karşı tarafındaki oyuncakçı ve kırtasiyeci Cici’ye gittim, cebimdeki bütün parayla en güzel hediyeyi alarak geri döndüm ve yataktaki çocuğa verdim.
Dışarı çıktığımda, etrafta bir değişiklik vardı, Arnavut kaldırımlı sokak, asfalt yol olmuş, sağına soluna arabalar park etmiş, fındık ağaçları, çam ağaçları, erik ağaçlarıyla dolu olan bahçelerle evler yok olmuş, yerlerine apartmanlar dikilmiş. Sinemalar, ekmek fırını, Fani Kaptan’ın çirozları, mavi kulübeli gazeteci, ne ahşap ev, ne de diğerlerinden geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Neler oldu, nereye gitti bütün bunlar diye dalgın dalgın yürürken, arkamdan korna çalan arabadan bir adam, uzanarak bana doğru bağırıyordu; Dikkat etsene be kardeşim, uzayda mı yaşıyorsun?
Zaten Karakol Çıkmazı sokağının adı da, önce Hasan Amir, sonra Ezel olmuştu…
Olmasına olmuştu da Karakol Çıkmazı, duvarın üzerinde oturan çocuklarıyla hep orada olacaktı.
Kalamış tatlı bir anı, mutlu bir gençlik, hatırlayınca acı verendir.
Sayın Münire Hanım,
Bu kadar dokunaklı bir yorumda bulunmanızın sebeplerini eğer özele dair değilse paylaşmanızı istemek zor bir seçenek mi acaba?
merhaba. çok merak ettim Münire hanım size cevap verdimi? şu an ben de o sokakta Esat Toptani Paşa Köşkün arkasında bulunan 3 katlı evde oturuyorum. buranın tarihi çok büyüleyici.
saygılar
Çok güzel bir yazı, okurken duygulandım. Ben Kızıltoprak’ta doğdum ve ölene kadar da Kızıltoprak’ta yaşamak istiyorum. Bir semt için asil denebiliyorsa, işte o Kızıltoprak’tır.
Doğru söze ne denebilir ki Eda hanım.
gerçekten farkli bir semt,
suyunu içen havasini soluyan unutamıyor,unutamaz.!
kiziltoprak bağdat baslangici olup,o eski hali unutmak mumkun deil,
sağlıcakla kalin
Sn.Sami Bey,
Değerli yorumunuz için teşekkür eder, sağlıklı ve mutlu günler dilerim.
Güzel günlerdi. Güzel ve mutlu günler. Hayat daha yavaş akıyordu, daha sakindi herşey. Kızıltoprak, İstanbul’un keşmekeşinden kaçtığımız bir liman gibiydi. İkizler’de film izlemeyen, Kemer pastanesinde limonata içmeyen, Birsen teyze’den oyuncak almayan çocuk olmamıştır herhalde Kızıltoprak’ta. Arı’nın dondurmasının tadı hala damağımda. Çok hoş anlatmışsınız o günleri. İçim burkuldu.
Merhaba Başar Bey,
Kızıltoprak’ta yaşamın güzel zamanlarında bulunduğunuz yazmış olduğunuz satırlardan belli olmakta. Belki hala aynı çevrede, belki uzaklardasınız ama o günlere özlem hiçbirimizde olmayacağı gibi asla bitmeyecektir. Bir parça olsa da, o günleri size anımsatabildiysem ne mutlu. Sağlık ve huzur dolu günler dilerim.
küçük özet gibi olsada cevap gelmiş meğer sonradan gördüm
saygılar
Çocukluğum ve gençliğim!
Yaklaşık 7 yıldır Eski karakol çıkmazında yaşıyorum. Anlatılanlar gibi bir anılarımız oluşmuyor artık. Ne fırıncı ne dondurmacı nede çocukları. Sizler güzel zamanlarda yaşamışsınız..