Wayne Shorter, Herbie Hancock ve Marcus Miller. Üç anıtsal caz müzisyeni, bir başka efsaneyi anmak için; ‘Tribute To Miles’ (Miles Davis) projesi çerçevesinde İstanbul’daydı. İKSV, (İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı) konser öncesi Shorter, Hancock ve Miller ile buluşmamızı (Gazetecilerin) sağlayan bir yemek düzenledi.
Elbette düzenleyecek ne de olsa yaptığı yatırımı kurtarması lazım, üstelik risk de büyük, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çıkan seyyar satıcı misali, sermayeyi kediye yüklemekte var.
Yazın bakalım sayın gazeteciler, yazın ki millet bir güzel dolduruşa gelsin de, konseri izlemek için bilet alsın. Ballandırın bakalım yazılarınızda, konsere gelebilecek olan hedef kitleye mesajlarınızı verin anlatıp tanıtmaya çalışın ama ne yazık ki konserin dinleyicisi 18 yaşındaki tıfıl olmayacaktır ne yazarsa yazsın gazeteci, zaten onu okuyan da en az 35 yaşında, yani yolu yarılamışlar olacaklardır.
Sonuç kısaca hüsran İKSV, bu işte ekmek yemek çok zor, ayrıca bu kadar da basit görmek ve insanımızı yürüyen ayaklı liralar olarak hedef kitle yerine koymak, size bu anlamda daha çok çalışma yapmak ve daha çok yatırım yapmak külfetini de yüklemekte.
İki gazeteciye yemek vermek yerine ve eminim ki Herbie Hancock ile ‘Blow Up’ filmi, yönetmeni Antonioni ve o filme yaptığı müzik üzerine lafladıkları geyiğini yazan gazetecinin satırları yerine, Miles Davis tanıtımını yapmak hem insanımıza gerçekten bir büyük ustayı anlatabilmek ve sevdirebilmek adına çok daha anlamlı olacaktı.
Şimdi gazetecinin ucuz geyiğini okuyalım ki İKSV nelere para ödemekte yemekler, memekler ve okuyana da vay anasına be amma da büyük adamlarmış bu gasteciler dedirtmeceleri anlayalım…
Yanımda oturan 78 yaşındaki adam, yıllarca müziğinin içinde dolaştığım bir efsane: Wayne Shorter. Sohbetimizin ortasında artık dayanamayıp hayatımda ilk kez şu cümleyi kuruyorum: “Binlerce kez duyduğunuz bir klişe olmalı. Klişelerin tuzaklarından kaçmaya çalışırım hep ama elimde değil, söyleyeceğim: Yanınızda oturmak ve sizinle konuşmak büyük bir şeref…”
Wayne Shorter gülerek benzeri hisleri başkalarının yanında kendisinin de yaşadığını söylüyor ve içinde Frank, Joe, Morgan, Clint, Jimi, Parker geçen anılarını aktarıyor. Frank dediği, Frank Sinatra. Joe dediği, efsane boksör Joe Louis. Morgan dediği, Morgan Freeman. Clint dediği, Clint Eastwood. Jimi dediği, Jimi Hendrix. Parker dediği, Charlie Parker…
Çok bilgili ve çok yetenekli bir başka gazeteci de kendi gazetesinde ki köşesinde aynı konuyu yorumlamakta;
Anlattılar da… “Miles, Frank’la bir şeyler yapmak istiyordu ama sonra…” “Çok yorgun bir provanın ardından çat kapı Clint…” “ Jimi’mi dur ben sana Jimi’yi anlatayım…” Şimdi bakın: Miles dediği Miles Davis, Frank dediği Frank Sinatra, Clint’i anladınız Eastwood… E, Jimi’de pek tabii ki Hendrix…
Hepsi bir odaktan yönlendirilmekte gibi geliyor bana sanki, bu kadarda ucuza kaçmayınız sayın İKSV. Sanki hepsi Miles Davis kankası.Gasteci kardeşlerimiz yazılarının sonuna şu cümleyi eklemeyi de ihmal etmiyorlar;
Konser bu akşam Açıkhava’da…