Dünyanın en eski mesleklerinden biri olan mimarlığın tanımını dikkatlice okuyalım, “Mimarlık mekân tasarlama işidir. İnsanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak üzere gerekli mekânları, işlevsel gereksinmeleri ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkla inşa etme sanatı; başka bir tanımlamayla, yapıları ve fiziksel çevreyi tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimidir. İnsan barınmak için yaşamak ve doğa şartlarından korunmak için bir mekân ihtiyacı duyar ve bu mekânı kendine özgü kültürel, fonksiyonel ve farklı zevklerde yaratır.”
Ülkemizde, yapılan yatırımların neredeyse tamamı rant sağlama amacına yönelik, gayrimenkul yatırımlarından oluşmaktadır. Bu kazancın sürdürülebilir olmasını sağlamak üzere de, ortaya her zaman yeni yeni Zihni Sinir proceleri çıkartılmaktadır, İstanbul’a ikinci boğaz, Sivri Adaya marina, Yassı Adaya demokrasi müzesi, marinalar, kongre binaları, Üçüncü Boğaz Köprüsü ve daha neler neler.
Sanayisi olmayan, tarımı kalmayan, hayvancılığı kalmayan, ticareti ise yabancı markaların, megası, süperleri, hiperleri ile boy boy olan marketlerinde ancak temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kazıklanacak başka bir seçeneği kalmayan memleketimin insanının kredi kartıyla yapacağı alış verişlerine belini bağlamış dünyanın en iyi on ekonomisinden biri olmasıyla kibirlenen ancak imal ettiği süt ambalajının kutusundaki plastik kapağı dahi yapmaktan aciz olan ülkemizde, tek kazanç kaynağı gayrimenkul yatırımı olmaktan bir adım öteye geçememiştir yıllar boyu.
O halde en iyi iştir inşaatçılık, eğer aklını ve ilişkilerini kullanabilir ne yaparsan, nasıl yaparsan yap, binayı dikebiliyorsan senden iyisi yok.
Bu yönüyle de, dünyanın en eski mesleklerinden biri olarak kabul edilen mimarlık yapı sektörünün de ayrılmaz bir parçasıdır. Yapı sektörü ise, tüm dünya ülkelerinde en büyük sektör olup, diğer sektörlerin de itici gücü olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, mimarlık, geçmişin birikimleri ile geleceği hazırlayacak, gelecekte yaşanacak kaliteli yaşam çevrelerini oluşturacak, vizyon sahibi bireylerin mesleğidir.
İşin bu yanı, ülkemizde Laz müteahhitler ile her gün ortaya çıkan uyanık inşaat şirketlerinin sağladığı güç birliğiyle, elde ettikleri büyük rantların paylaşımıdır.
Sağlanan getirinin hesabını yapmak, bizim konumuz olmamakla birlikte gördüklerimizi ve mimarlık mesleği adına hepimizin olan çevreye sağladıkları katkıyı değerlendirmek ve eleştirmek bizimde en tabii hakkımızdır.
Mimarlık mesleğinin tanımından yola çıkarak yüzyıllar öncesinden konulan kuralları hatırlarsak öne çıkanlar güzellik, sağlamlık, kullanışlılık, çevreye uyumluluk ve süreklilik ilkeleridir.
Bir mimar aynı zamanda güzel sanatların da temsilcisidir, zaten okullarının adı bu kavramla özdeşleşmiş olup, ortaya koydukları projelerinin de sanatsal yönlerinin bulunması ve mimarlığın tanımına uygun olması da kaçınılmazdır.
Mimarlık mesleği adına utanılması ve diğer meslektaşları tarafından her şartta ve ortamda görüldükleri yerde, dünyada eşi benzeri olmayan İstanbul gibi bir şehri nasıl katledebildiklerinin hesabının sorulması ve böylesine rezil projelere imza atabilmeleri için kimlerden nasıl bir yetki aldıklarının sorgulanması gelecek kuşaklar adına mimarlık mesleğinin töhmet altından kalmaktan kurtarılması için gerekmektedir ki, bu işleri yapan mimarların ne kadar yeteneksiz ve gözlerinin para hırsıyla ne kadar dönmüş olduğu ortaya konulabilsin.
Yüzlerce yıl sonra, Mimar Sinan adını, yaptığı ve bizlere bıraktığı eserleri her ne kadar korumakta aciz içinde olsak da, hakkını teslim ediyor ve yarattığı güzelliklerin İstanbul şehrine kazandırdıklarının tartışmasını hiçbir zaman yapabilecek başka bir mimar göremiyoruz.
Görebildiklerimiz ise yeteneksizliklerini ve beceriksizliklerini kurdukları ilişkiler sayesinde ranta çevirebilen usta tüccar mimarlar olabilmekte sadece.
İstanbul Boğazının en güzel konumunda yer alan, adeta bir lahitten farksız olan Gökkafes binasını gözleriniz önüne getirin, bu binanın yapılabilmesi için yaşanılanlarını da bir anımsayın, işte rant hırsı, işte boktan mimarlık başka söze gerek var mı?
İstanbul ve güzellikleri saymakla bitmez ama dünyada eşi benzeri olamayan bu şehrin güzelliklerini katledebilmek üzere adları ne yazık ki sanatçıya çıkmış olan bazıları yeteneksizlikleriyle yarattıkları projeleri, hepimizin gözleri önünde sanki bir halta benziyormuşçasına paraya tahvil edebilmenin yarattığı araçlarla ödüllendirerek yüceltebilmişleridir.
Ağa Han mimarlık ödülleri ya da bir sürü anlamsız vakıfların, dergilerin ortaya koyduğu rant sağlamak üzere sanki bir matahmışçasına verilen ödüller.
Ülkemizde Ağa Han mimarlık ödülüne hak kazandığına inandığım isimlerin başında olanlardan birisi Nail Çakırhan (mimar olmadığı halde) diğeri ise eski Ankara Belediye başkanlarından olan Vedat Dalokay’dır.
Bu isimlerin gerçek kişilikleri ve yaşam alanında katkılarından ötürü ödüllendirilmeleri ne kadar doğruysa, aksine hiç hakkı olmadığı halde adları uluslar arası saygınlığa sahip bir takım ödülleri kazanabilmeyi başarabilecek ilişkiler ağı içerisinde bulunarak,mimarlık mesleğinin en önemli yanı olan sanatsal boyutları unutmuş olanların da layık görülmeleri o kadar yanlıştır.
Yanlışlıklar komedyası, çarpık kentleşmenin başladığı ve hızla devam ettiği 60’lı yıllardan itibaren ülkenin her tarafında yıkılarak yok edilen tarihi konaklar, köşkler ve benzerlerinin yerlerine dikilen, ulusal mimari anlayışımızın müstesna örnekleri olan Laz müteahhit tarzındaki binalar ile kendilerini sanatçı olarak niteleyerek, doğa ve tarihin birleştiği özellikle İstanbul gibi büyük şehirler ile dünyaca tanınan Bodrum, Alanya, Çeşme ve daha adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz ünlü sahil beldelerine dahi çok katlı bina inşaatları yapabilecek kadar düzeysiz ve çevreyle uyumsuz mimarlık anlayışıyla hüküm sürmektedir.
Fenerbahçe ve Kalamış’a gökdelen dikebilecek kadar doğaya, çevreye ve en önemlisi insana saygıyı yitirmiş, mesleği adına yaptığı işlerle de, okullarda eğitim gören ve geleceği şekillendirerek aslında biçimi yaşam olan mimarlık öğrencileri için kötü örnek olabilecek ödüllü mimarlarımızın eserleri büyük bir başarının imzası gibi ortalıkta yükselmektedirler.
Dünyada, bilinen ve tanınan ünlü Bodrum’un, doğası ve güzelliğiyle yer alan koylarında bir mimari harikasını görmektesiniz.
Adı Bodrum mimarisi olarak literatüre geçmiş bir tarz olarak bilinen ve Akdeniz’in kendine has yapı stili olarak eşsiz örneklerinin yer aldığı bir doğada ödüllü bir mimarın imzalı projesi acaba nasıl olmalıdır?
İlk önce, hep birlikte bakalım ve itiraf etmekten kaçınmayalım, yoksul ve fakir ülkelerde yaşamlarını “container” denilen aslında yük taşımacılığında kullanılan araçlar içerisinde sürdürmekte olan bir takım insanlar vardır, ve onlar için yapılan veya kendileri tarafından yapılan bu container evlerden farklı olabilmelidir.
Container evlerin inşasından bir görüntü.
Dileyenlerin daha ayrıntılı olarak izleyebilecekleri bir internet sitesi www.greenhomebuilding.com
İkincisi de mimarlığın tanımıyla bağdaşacak şekilde, çevreyle uyumlu, kullanışlı, sağlam ve güzel olmalıdır.
Güneşin en bol olduğu Akdeniz’e has mimari özelliklerin başında ne gelmektedir, yaz sıcağından en az şekilde etkilenecek olan yapı şekli, oysa ne görmektesiniz her tarafı cam ve koyu renkli ışığı emen ve sıcaktan en çok etkilenecek tarzda projelendirilmiş olan Bodrum evleri.
Projeye birde pazarlama sloganı bulmuşlar, “Doğayla aranızdaki sınırları kaldırın”
İşte size ödüllü mimar farkı.