PENCERE ÖNÜNDE DURAN ÇİÇEKLER

Biraz yakınımızda, biraz uzağımızda, pek de anlayamadığımız bir şekilde başlayıp biten gerçek aşkların yaşandığı bir dünya üzerinde, sanal aşkların, yaşamı çevreleyen WhatsApp, Instagram, Facebook, Twitter, Tinder ve benzerleriyle başlayıp biten aşkların olduğu bir başka dünya. Bir yaşamın ötesinde olduğu sanılanın aksine, 21. Yüzyılın biçimlendirmesi ile meşhur olmak bir yana, edebiyat denilen yazı sanatında geleceği aramak, YouTube kanalından, diksiyon dersi almış dizi film oyuncularının romantik sesleri eşliğinde, şair olmadan yazılan şiirlerin okunma zahmetine katlanmadan, izlenmesiyle olmayacaktır. Okuduğu cümlenin başını unutmaması için en uzun cümlesinin beş kelimeden fazla yazılmasının mümkün olmadığı kısır romanların okumasıyla da olmayacaktır. Pek çok iletişim alanında tanıtımı yapılarak neredeyse, her biri dünya çapında ödüle aday olacak kadar güçlü birer sanat yapıtı olduğu ilan edilerek, sex shop’ları gezerken hezeyanların yazıldığı basit oyunların sahnelenmesi ile tiyatro denilen sanatın altından girip üstünden çıkılmasıyla da olmayacaktır. Bir de “Yazdıklarıma, ben şiir demiyorum okuyanlar öyle diyor” demekle de hiç olmayacaktır.

Edebiyat ve tiyatro için, Amsterdam’da sex shop’lardan başka gezilecek ve görülecek yerlerin de olduğunu anımsadıktan sonra; kocaman benzetmelerle Gonca Vuslateri yorumluyor okuyanların şiir dediklerini:

Uzun zamandır sosyal medyada kendi şiirlerini oyuncuların sesinden okutup, üzerine görsel video yerleştirme işinde de çok başarılı Kemal. Kitap sıcacık, kendini süzmüş olgun cümleleriyle bir zamanın “Ben Napoli Radyosu” kitabının bilinç akışına götürdü ya da Borges’in kendi gençliğiyle bir bankta oturup dertleştiği derin yüzleşmelerini anımsattı diyebilirim.”

Gonca Vuslateri’nin sözünü ettiği ve sadece okuyanların şiir demediği Jorge Luis Borges’in bir şiirini okuyalım şimdi.

eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
ikincisinde daha çok hata yapardım.
kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
temizlik sorun bile olmazdı asla.
daha çok riske girerdim,
seyahat ederdim daha fazla.
daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır,
daha çok nehirde yüzerdim.
görmediğim bir çok yere giderdim.
dondurma yerdim doyasıya,
daha az bezelye.
gerçek sorunlarım olurdu
hayali olanların yerine.
yaşamın her anını gerçek ve
verimli kılan insanlardan olurdum.
farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
anlar, sadece anlar, siz de ‘an’ ı yaşayın.
hiçbir yere, yanına: termometre, su, şemsiye ve
paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.
yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda, pabuçlarımı atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayakla.
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer…
ama işte, 85′ imdeyim ve biliyorum…
ölüyorum…

Bir de, Nobel edebiyat ödülünü almayı şu gerekçe ile reddedeceğini söylemiş Jorge Luis Borges:

Ben ödülü aldım diye diktatör pinochet’nin elini sıkamam…

Bu kadar laftan sonra ödül adayı olarak tanıtılmaya çalışılan romanı, ne yazık ki YouTube kanalında henüz anlatan çıkmadığından,  eğer isterseniz birebir özetinden okuyabilirsiniz.

Kitabın yazarına ait tanıtımda şöyle: Kemal Hamamcıoğlu, İstanbul’da köpeğiyle yaşıyor.

Bayağı iyi bir tanıtım değil mi? Neyse;

Yazar erkek olduğundan, beklediğimizin tam aksine, bir ters köşe atışıyla başlayan romanın ilk cümlesinde tanıştığımız adı belli olmayan kadın, Hollanda’nın Amsterdam kenti Dam Meydanı yakınlarındaki Arnavutköy tepesine gitmek üzere bir taksiyle biner ve akıllı telefonuna bakarak gideceği adresi söyler. WhatsApp’ını açar, ona gelmek üzere olduğunu yazar. Hemen “Ok” diye cevap gelir. Sonra Tinder’ine girer “Yakınlarda yeni biri yok” mesajını görür, dik yokuştan yukarı çıkarken, geçen hafta öğle arasında, yirmilerinin ortasındaki çocukla bu yokuşun başındaki şu pembe apartmanda mı yatmıştım, yoksa yanındaki beyaz olanda mı? Sorusu kafasından geçerken çok da önemsemez, ne de olsa bir daha onun on saniyelik gelişine tanık olmayacaktır.

Taksi sert bir şekilde durur, kapıyı açıp inerken fazla para verdiği halde teşekkür etmeyen taksiciye sinirlenip söylenmeye başlar. Geldikleri yer, aşağının aksine gecekondu doludur. Çıkmaz sokaktaki gecekondunun birinin kapısı açılır ve kadın içeri girince adamı seçer. Adam beyaz atleti ve kareli şortuyla kadını beklemektedir.

Yatak odası ne tarafta?” diye sorar kadın.

Hızlısın” diye cevap verir adam.

Kadın yatağa oturur, Boğazın ışıklarına bakar, yatakta çarşafta yoktur, sadece kılıfsız terli bir yastık vardır. Kadın üzerindeki siyah dar elbisesini tek hamlede çıkarır, adamda kareli şortunu, altında donu da yoktur adamın. Kadın sol gözüyle dışarısını seyretmektedir, adam iştahla kadının göğüslerini avuçlar. Köprünün ışıkları da kırmızıdan maviye on saniyede bir dönmektedir, adam hızlanır ve sertleşir, kadın öpüşürken adamın dudağını ısırır. Dudağının acısıyla daha da hızlanır adam, sevgilim diye üç kez inler. Kadın yataktan kalkar, hiçbir şey sormadan tuvaletin yolunu bulur. Sular kesiktir, tuvalet kağıdıyla da temizlenmeden tuvaletten çıkar, yatak odasına geçer ve siyah dar elbisesini yine tek hamlede üzerine geçirir. Çantasını yerden alır, bir yandan da ayakkabılarını giyer. Adam taksici olduğunu, kadında mimar olduğunu söyler. Kadın “İyi geceler” der ve kapıyı çekip çıkar. Adam arkasından “Nereye” der. Kadın yatakta sözün bittiğini düşünerek neden konuşuyoruz ki şimdi diye kendine sorar. Sokağa çıkar, yokuş aşağı yürümeye başlar. Çantasından çıkardığı sigarasından derin bir nefes alır, Tinder’den adamla eşleşmesini kaldırır. Aşağıya doğru indikçe binalar çoğalmaya başlar, rüzgar kesilir, yukarıyla olan bağlantısı azalır. Taksi beklemeden, bir taksi önünde durur. Taksiciye hiç bakmadan evin yerini söyler. Yine Tinder’ine girer, hala “Yakınlarda biri yok”  yazısını görür. Pencereyi sonuna kadar açar, seks değil ama bu nefes bedenindeki gerginliği gidermiştir. Eve varır, hamburger ve soğan halkası sipariş eder. Hamburger, Facebook, İnstagram, Tinder, soğan halkası, sarımsaklı mayonez, Twitter ve erimiş dondurmalar eşlik eder geceye.

Twitter’ine birkaç saattir bakmadığını fark eder, ekranın tepesinde tanıyor olabilecekleri vardır. Tanıyor olabileceklerinin küçük fotoğraflarına bakar. Güzel gülen, güzel yüzlü bir çocuk vardır ilk sırada. Yirmilerinin ortalarında görünmektedir taze bakan gözleriyle. Fotoğrafı siyah beyazdır, ilgisini çeker yüzünün yakışıklı köşeleri, çocuğu hiç tanımadan ekler.

Çocuğun hesabına tam detaylı bakacakken, telefonun şarjı biter. Telefonu prize takar, bekler ama ekran açılmaz, bir şeyler karalarım diye çok önceleri aldığı sarı defterine uzanır. Sarıya, hiç düşünmeden, kahveyi soğuk içmenin ne demek olduğunu yazmaya başlar. Bir de “Yakınlarda yeni biri yok” tan başka bir şey bilmediğini.

Uyanınca yataktan fırlar, telefonun şarjı yüzde yüz olmuştur. Hemen telefonun şifresini girer, ekranı aşağı kaydırınca altta bir mesaj görür; “Barış da sizi Twitter’da ekledi” Ahh! Bu tanıyor olabileceği, en güzel gülümseyen Barış’tır.

Hazırlanıp apar topar evden çıkar. Taksiye verecek kadar bütçesi olmadığını düşünerek otobüsle işe gider. Aklında Barış vardır. Arnavutköy’deki ofisine gelir, patronu Deniz dışarı çıkmıştır. Düzeltmek üzere editörlüğünü yaptığı Deniz’in liseden bir arkadaşının uyduruk aşk romanına ait sayfaları, ekran boş kalmasın, çalışıyor görüntüsü versin diye yalancıktan açar bilgisayarında. Telefonu çalar,  Edebiyat fakültesinden beri en yakın arkadaşı Esra aramaktadır. Esra, okulu bitirememiş şimdi ortalama bir dizide ikinci yönetmenlik yapmaktadır. Dün geceki Tinder macerasını anlatır Esra’ya. Seksle öfkesini bastırmayacağına dair Esra’ya söz verir.

Twitter’ine girer, Barışa özelden birkaç cümle yazar. Barış’ın Twitter sayfasında gezinmeye başlar. Fotoğraflarını paylaşan Barış,  de, da’yı doğru yerinden ayırdığı için okuyor olduğuna karar verir. De, da’yı doğru yerinden ayıran insanlara anında çekildiğini düşünür. Barış’ın sinemadan, müzikten edebiyattan anladığını yaptığı paylaşımlardan görür. Barış’tan hala cevap yoktur. Kitabın düzeltmelerini yapmaya başlar otomatik viteste, gece onda işini bitirip dışarı çıkar. Yarım saat kadar otobüsün gelmesini bekler, o arada Barış’ın hesaplarını kurcalar. Barış, çok tweet atmadığından yarım saat içinde tüm sözleri biter. En sonunda otobüs gelir.

Eve varınca acılı lahmacun sipariş eder. Acının insanı tok tuttuğunu söylemiştir annesi. Bir yandan da vicdan azabı çekmektedir, bu kadar kilo vermişken yememesi gerektiğini ama yemeninde tüm mutsuzluğunu dindirdiğini düşünürken kapı çalar, acı lahmacunları iki dakikada yutar. Yatağa gidemeyecek kadar yorgun olduğundan koltuğa kıvrılıp uyur. Acı lahmacun çok susatmıştır, yanındaki sehpada duran plastik şişede duran bir litrelik suyu kafasına dikip, telefonuna bakar. Ekranda Barış’ın mesajı vardır. Ona ne yazacağını düşünürken, Barış gitar çaldığı siyah beyaz videoyu göndermiştir. Ellerinin çok güzel olduğunu fark eder. Barış’ın ellerini arka arkaya izler gönderdiği yirmi saniyelik videodan. Bir sürü mesaj gelir Barış’tan, o da Barış’a yazar sayfalar dolusu. Önemsendiğini bilir, Barış merak etmektedir onu.

Günler geçer, Barış söz verdiği halde Ankara’dan İstanbul’ bir türlü gelemez. Gün içinde hiç yoktur, hiç çevrimiçi değildir. Onun uyuduğu zaman Barış uyanır, Barış uyuduğu zaman o uyanır. Aklı sürekli Barış’tadır. Döne döne yazışmalarını okur, aşksız yaşayamayacağını anlar.

Beşiktaş’tan, Arnavutköy’e yürüyerek gitmeye karar verir. Çiçekçinin önünde durur, çiçekleri dinler. Önlerinden geçer, sonra geri döner, elindeki saksıyla ofise girer, odasına geçer, penceresinin önüne elindeki saksıyı koyar. Sonra saksının fotoğrafını çeker, dayanamayıp Barış’a atar.  Saksıdaki çiçeklere bakarak telefonun not defterine yazmaya başlar.

Öyle birine aşık ol ki
Canım
Birini pencereye çiçek koyacak kadar sevmek lazım

Çok sev. Çok küs. Çok barış
Ellerini takip et sonra.
Ellerinde ne gördüğünü bulursan
En sonunda, ilk gördüğüne gülümse
Güzel gülene aşık ol
Aşık olursan bir gün benim kadar
Yüzünü yağmura uzat…
Geçti, geçti desin biri
Hiç geçmesin
Artık seni de bir şiirin var!
Geçti… geçti…

Esra arar, Cumartesi dizilerinin sezon sonu partisine davet eder. Barış’la olacağım der. Günlerdir beklediği zaman bir türlü geçmek bilmez, Barış telefon eder, yoldan geri döndüğünü, konuşamayacak durumda olduğunu, sonra arayacağını söyler.

Kafede oturduğu iskemleye çakılır kalır, donuna bir damla idrar düşer. Eve döner. Üstündekileri çıkarır, uzun uzun işer. Suya düşen idrar hafifletmez onu, yerdeki sidikli donundan tiksinir. Boş yatağa atar kendisini. Esra arar, Barış’ın gelmediğini söyler. En güzel cumartesi, en kötü cumartesi olmuştur şimdi. Barış hakkında ne bildiğini sorgular, otobüse binip Bebek’e iner. Partinin olduğu bara girer, Esra onu uzaktan görür, senarist çocukla yanına gelir. Dizi ekibini çok mutludur. Senarist çocuğun adı Buğra’dır, gözlüklü uzun boyludur. Uzun boyluları sever ama ellerine bakar, parmakları çok küttür.

Nerede oturuyorsun?” diye sorar kadın.

Buğra “Kadıköy” der.

Sen nerde?” diye sormasına fırsat vermeden kadın, “Sana gidelim mi?” der.

Esra’ya “Biz gidiyoruz” diye haber verir uzaktan. Buğra’yla çıkarlar partiden, karşı kaldırımdaki motora binerler, yedek kaskı verir ona, belinden tutmaz, yandaki tutacaklara tutunarak giderler eve.

Ev arkadaşı çoktan uyumuştur. Salona geçerler, kitaplara bakarken kahve koyar Buğra, kahveyi soğuk ve şekersiz içtiğini de, sormadığından bilemez. Kahveyi içmeden önce dudaklarına yapışır Buğra’nın, yatak odasına geçerler, yatakta vahşidir, Buğra ise sakin. Tanımak için dokunmaktadır Buğra ona, o ise Buğra’nın dudaklarını ısırmaktadır gün geçsin diye.

Gözleri şişmiştir nedense, yataktan kalkıp arkasına bakmadan evden çıkar. Sevmiyorum seni Buğra, seks sadece diye düşünür, üstelik kötü bir seks olduğuna da karar verir, Buğra gelememiştir.

Vapurla karşıya geçerken, Esra arar ama cevap vermez, telefonunu meşgule alır. Barış mesaj atmıştır “Ben seni çoktan ekledim Instagram’da. Sen de beni eklesene” Ve Instagram hesabında Barış’ın linkini görür ama burada soyadı farklıdır. Zihni bulanmıştır. Buğra’nın attığı mesajlara cevap vermez. Barış’ın fotoğraflarına bakar. Vapur Beşiktaş’a gelir sonunda.

Arnavutköy’deki ofise, sıkış tepiş otobüste kendine yer açarak gider. Gün kararmadan çıkar ofisten. Eve gider, Barış arar, yakında İstanbul’a geleceğini söyler. Heyecanlanır, kulakları alev alev yanar. Telefonu kapatır, Barış’tan hemen bir kırmızı kalp gelir, o da Barış’a bir kırmızı kalp gönderir.

Telefonun alarmıyla uyanıp bir sigara yakar, Barış sabah erkenden attığı mesajda yazdığı blogun linkini vermiştir. Hazırlanıp çıkar evden. Barış’ın gönderdiği linki tıklar ve blogda yazdıklarını okumaya başlar. Yazdıkları aşağı doğru aktıkça, kızıl saçlı, yirmili yaşlarında bir kızın eskitilmiş fotoğrafı vurur yüzüne, kızın teni onunkinden canlı, saçları dalgalıdır. Fotoğrafın altında Barış’ın satırlarını okur; “Arzu elimi hiç bırakma tamam mı? Beni hep böyle sev. Seni seviyorum…Tüm şarkılarım sana…Kalbim senin…Seni seviyorum. Çok…Hep…Ellerim senin…” Barış’ın yazdıklarından çok Arzu’nun fotoğraflarına bakar. Kendisini Arzu’nun karşısında çok çelimsiz hisseder. Bu defa kulakları öfkeden alev alev yanmaya başlar. Günün geri kalanını çalışmadan geçirip, Deniz ofisten çıkar çıkmaz arkasından çıkar. Eve gitmek istemez ama gidecek başka yer yoktur, soğan halkası sipariş eder, gece ilerler Barış hiçbir şey yazmaz. Yedikçe kendini cezalandırır, ışıkları kapatıp yatağa girer.

Sabah erkenden uyanır, Barış’tan mesaj gelmiştir. Dayanamayıp cevap verir Barış’a. Telefonu çalar, yalvar yakar Barış’la konuşur. Arzu, hikayelerinden çıkar konuşmanın sonunda. Barış’ın yalnız onu sevdiğine karar verir. Kulaklığını takar Beşiktaş’tan Arnavutköy’e yürümeye başlar. İstanbul çok güzeldir bu sabah.

Telefonuna gelen mesajda Barış İstanbul’a gelemeyeceğini yazar ama onun bu hafta sonu Ankara’ya gelmesini ister. Çok mutlu olur, aşkla doludur. Bütün gün Barış’la mesajlaşırlar.

Gün boyu hiç çalışmaz, beyaz ekrana hiç bakmaz. Her zamankinden erken çıkar ofisten, Ankara için beyaz kıyafetler alır ucuzluktan. Barış’a da bir çift renkli çizgili çorap. Eve gittiğinde hava kararmıştır, yüzüne maske yapar, saçlarına zeytinyağı sürer. Tam bir sigara yakmışken telefonuna bir mesaj gelir Barış’tan; “Gelme”  yazmaktadır mesajda, aniden buz keser yazın bu sıcak akşamında. Ne yazarsa yazsın, Barış artık ona cevap vermez. Esra’yı arar, Esra hemen gelir yanına, Esra’ya olanları anlatır. Esra ne derse desin gitmeye karar vermiştir bir kere. Hiç uyumamıştır, Esra ile evden birlikte çıkarlar. Havaalanına gider, uçakların fotoğrafını çeker Barış’a gönderir. Altına “Havaalanındayım. Geliyorum!” yazar.

Akşam uçağıyla İstanbul’a geri döner. Ankara’yı hiç sevmemiştir, Ankara’da onu sevmemiştir. Telefonundan Barış’ı siler, mesajlarını siler.

Bir hafta işe gitmez, ertesi hafta ofise gittiği gün Deniz’le birlikte aşağıdaki kafede kahvaltıya inerler. Deniz ona artık birlikte çalışamayacaklarını söyler.

Esra’yı arayıp, Deniz kovdu beni der. Ofise gider eşyalarını toplar. Koca bir poşete masasında ne varsa koyar, taksi çağırır eve döner. İçindeki ne yapacağını bilemediği gergin, savruk enerjisi ona çözül der ve telefonda engelledikleri arasından gecekondudaki taksiciyi bulur. Engeli kaldırır; “Evde misin?” Taksici hemen cevap verir. “Evet” ve soru işareti “Geleyim mi?” “Gel.

Annesinin yanına üniversiteye kadar yaşadığı odasına geri döner. Annesini gündelik korkuları onu ayakta tutmaktadır şimdi. Esra’yı daha az görmeye başlar, işsiz ve evsiz kalınca arkadaşlarını bile görmek istemez artık.

Aniden Buğra’yla nişanlanır. Esra çok şaşırır. Buğra kötü senaryo yazmakta ama iyi para kazanmaktadır. Ertesi yaz düğün yapacaklardır, seveni kaçırmadan bağlanmak şarttır, Buğra’nın ailesi de çok düzgündür, bir Türk kızı daha ne ister ki? Buğra’yla geçen zamanda hiç sevişmez, dudaklarını ısırmaz.

Yılbaşı gecesi, Buğra’yla Esra’nın Cihangir’deki evinde partiye giderler. Gece yarısını bir geçe telefonun ekranında Barış’tan gelen mesajı görür.

Seni seviyorum.”

Yılın ilk dakikasında Barış geri gelir, dakikaları sayarken Barış’ı mı dilediğini düşünür yeni yılda? Buğra gelir yanına, onun çaresiz haline gülmeye fırsat bulamaz, ruhu Barış’tadır. Gece ilerlemeden partiden ayrılırlar. Buğra onu evin önünde bırakır. Eve girmek istemez hemen, apartmanın merdivenlerine oturur, bir sigara yakar, Barış’ın yazdığını okur defalarca.

Aylar sonra tüm sosyal hesaplarını telefonuna tekrar kurar, her yerden Barış’ı ekler. Sabah ezanına kadar uyuyamaz, Barış’ı arar. Sesi ilk kez yükselir Barış’ın, iyi geceler der ve kapatır telefonu. Tekrar arar Barış’ı, bu sefer toptan kapatmıştır telefonunu. Yataktan çıkar, masanın üzerindeki kalem kutusundan makası alır ve saçlarını keser. Sabah kuaföre gider, Barış’ı düşünür, kötü bir şey olmamasını diler. Esra’yı arar, Cihangir’de buluşurlar. Masaya Buğra’da gelir. Yerinden kalkıp tuvalete giderken Esra telefonunu alır elinden. Masaya geri döner, telefonu çalar arayan Barış’tır. Telefonu elinden alıp hızlıca masadan kalkar, telefonu açar, Barış’ın sesi çok yabancı ve çok öfkelidir.

Bana bunu nasıl yaparsın?”

“Nişanlıymışsın.”

Bıçak gibi Esra’ya döner, Esra, Buğra’nın yanında gülümser ona, Esra’yı öldürecek kadar öfkeyle dolar.

Doğum gününde telefonu kutlama mesajlarıyla dolar. WhatsApp’ta Barış’ı açar, ona hadi bugün barışalım diye yazmak geçer içinden. Barış’ın WhatsApp’ta profil fotoğrafı değişmiştir. Siyah beyaz gülen fotoğrafı gitmiştir. Bu sefer yalnız değil yanında bir kadın vardır. Yeni bir kadın. Hemen Twitter’a bakar, en son kimi eklemiş, kimi eklediğine bakmasına gerek kalmaz, yazışmalarını okur yenisiyle. Hemen yeninin hesabına girer, adının Bahar olduğunu öğrenir. Doğum günü pastasını iştahla yer.

Buğra gelir, evden alır onu, arabayla deniz kenarına giderler. Deniz kenarında dururlar. Köprünün ışıklarını izler, Buğra doğum günü hediyesi almamıştır. Arabanın içinde hayvanlar gibi sevişirler. Arabanın camlarını sonuna kadar açıp yoldaki marketten aldığı sigaralardan içerler. Onu her şekilde isteyen Buğra, şimdi ondan kurtulmak istemektedir. Erkeklerin istediklerini alınca kadınları kapı önüne koyduklarını düşünür. Buğra eve bırakır onu.

Haziranda evlilik vardır, Buğra mutfakta yardım eder ona, Esra diziden ayrılmıştır geçen ay. Ev bakarlar, üst kat boşalmıştır. Buğra arkasından yaslanır ona, hiç ses çıkartmaz. Dayandığı yerden çıkar, yalnız başına bırakır onu. Telefonunu alır, Instagram’a bakar. Arzu’dan bir mesaj gelmiştir, Barış’ın ondan önceki sevgilisi olduğunu hatırlar Arzu’nun. Merakla Arzu’yu arar, Arzu’nun sesinde hiç arzu yoktur. Barış’ı bilen biriyle Barış’ı konuşmanın iyi geleceğine karar verir. Buğra akşam yemeğine kalmadan gider. Arzu’yla, Galata’da buluşurlar. Arzu, Barış diye birisinin hiç olmadığını söyler ona. Çantasından bir sürü mektup, fotoğraf, kağıt çıkarır önüne koyar. Barış’ın yalan olduğuna inandırmaya çalışır onu. Geldiği gibi gider yanından Arzu.

Barış’la hiç buluşamadığı, hiç canlı konuşmadığı geçer aklından. Telefonunu açar, tüm hesaplarını kurcalamaya başlar. Ailesiyle hiç fotoğrafı yoktur Barış’ın. Arzu içine bir şüphe sokmuştur. Neye inanacağını neye tutunacağını bilemeden Esra’ya gitmeye karar verir, bir şişe şarap alıp Esra’nın kapısını çalar. Sabah erken kalkıp Esra’ya güzel bir kahvaltı hazırlar ve bir not bırakıp dışarı çıkar. Arzu’nun dediklerine inanarak gerçek neyse ortaya çıkartacaktır. Yolda Barış’ı görüntülü arar, Barış cevap vermez. Zincirlikuyu mezarlığına babasının mezarına gider. Mezarlıktan çıkarken Barış arar. Uydurdukça uydurur, kapatır telefonu. Telefonunu uçak modundan kaldırınca Barış’tan gelen videolar, mesajlarla dolar. Bir sonraki adımı hayat getirmelidir önüne. Gün boyu gerçeği bulma umuduyla sokaklar boyu yürür. En başından bugüne kadar olanları düşünür, ne çok kaptırmıştır kalbini Barış’a. Hayatını birine kaptırarak nasıl da yok saymıştır. Bir vitrinin önünden geçerken tasarımı hoşuna gider, içeri girer mağazada kadınlar mutfak eşyalarına bakarken, o erkek kıyafetlerine bakar. Sonra bir şey olur, erkek kıyafetlerinin arasından Barış’ın yüzünü görür. Şaka gibidir, bir erkek pijamasının üzerinde Barış’ın gülen yüzü vardır. Barış bir model, yabancı bir modeldir, Ankara’da değil başka bir ülkede başka bir şehirdedir. Telefonda mağazanın internet sitesinde Barış’ın hiç görmediği fotoğrafları çıkar karşısına. Fotoğrafları telefonuna kaydeder. Twitter’i açar, Barış’ın fotoğraflarını etiketler, altına “Barış gerçek değil. Bir modelin fotoğraflarını çalmış. Ona inanmayın” yazıp gönderir tweeti. Görüntülü arar Barış’ı, açar görüntülü aramayı ama ekranda görüntüsü yoktur. Yüzüne kapatır telefonu. Sonra bu güzel haberle Esra’ya gider. Fotoğraftaki adamın kim olduğunu bulacaktır, Esra’ya anlatacaktır her şeyi ve filmini çekeceklerdir hikayenin.

Buğra’ya yüzüğünü geri verir. Barış’ın kim olduğunu öğrenmek için Avrupa’daki bütün model ajanslarında Barış’ın fotoğrafını arar. Bulamaz bir türlü Barış’ın kim olduğunu.

Annesiyle birlikte kardeşinin yanına Amsterdam’a giderler. Vondelpark’a gider, parkın uzaktan fotoğrafını çekip Instagram’a koyarken etiketler fotoğrafın yerini. Hiç düşünmeden o parkın etiketlendiği yerlere bakar. Ekranı kaydırmasına bile gerek kalmadan karşısında onun gülüşünü görür. Onun kim olduğunu en sonunda bulur. O buradaymış, buralıymış. Hemen onun Instagram sayfasına bakar, Barış’ın çaldığı tüm fotoğraflar buradadır. Bu kadar uzakta aradığı şimdi en yakınındadır. Yoldan parkın içine doğru yürümeye başlar. Telefonuna bir mesaj gelir, gözü istemsizce ekrana kayar, bir bebek fotoğrafı görür, mesajın altına “Erken doğum…Adını Hayat koydum.” Yazmıştır Esra.

“Boş ver, ilerleyeceğim diye heveslere kaptırma kendini, denizler kadar yazsan bile, Borges çoktan yazmıştır hepsini.”

Meraklısına Not: Sanal zepevenklik sitesi olan Tinder, çok basit bir uygulama, bireylerin Facebook hesaplarıyla oturum açarak akıllı cihazlarında kullanabilecekleri sosyal bir eş arama, etraftaki kızlara göz atma (erkekler için tabi) onlara istek gönderme ve kendisini eş olarak kabul edenlerle flört etme uygulamasıdır diyebilirim. Uygulamayı yükleyip Facebook ile eşledikten sonra uygulama Facebook profilinizden ve bilgilerinizden de faydalanıyor, sıra etrafta flört için istek göndermek isteyeceğiniz diğer Tinder kullanıcılarını bulmaya geliyor.