TÜRKİYE’DE MÜZİK YAPMAK

Adını veremeyeceğim ama fotoğrafını göreceğiniz bir arkadaşım yıllar öncesinde müzisyen olmayı kafasına koymuştu o zamanlar ortaokul sıralarındaydık, Kadıköy’ün meşhur “Salı Pazarı” Fenerbahçe Stadına giden caddenin üzerinde kurulmakta olduğu dönemlerdeydi ve o caddede bostanlar bulunmakta ve bu günün en değerli arazilerinde hıyar yetiştirilmekteydi.

Kırk yıllık Yanni olur mu Kani…

Şimdinin çok önemli bir üst düzey yöneticisi olan ve önemli gazetelerin önemli yazarlarının Amerika’da veya Avrupa’nın muhtelif ülkelerinde arayıp tarayarak buldukları önemli Türklerinden çok daha önemli olduğuna inandığım çünkü o bulunan önemli Türkler ya bir profesör yada herhangi bir üniversitede görevli olan birileri olmaktadırlar. Bu arada sevgili arkadaşımız rahmetli Cengiz Onuk’un Amerika’da profesör kime denir konusundaki açıklamalarını da hatırladıktan sonra bizim gazeteci yazarlarımızın arayıp tarayarak buldukları önemli Türklerden çok daha önemli olduğuna inandığım arkadaşımızın ailesi o zamanlarda geçimini toprak zeminli evlerinde annesinin eski gazetelerden yaptığı kese kağıtlarını evlerinin önünde her hafta kurulan Salı Pazarı esnafına satarak temin ettiği zamanlarda ben plak yapacağım diye tutturmuştu. Elbette söylenmesi gereken yine o dönemde piyasaya çıkacak olan birisinin, ne MTV’de klipi olabilirdi ne de CD’si. Tek bir seçeneği vardı o da 45’lik plaktı tabii ki.

Hepimizin birbirimizi bildiği ve tanıdığı dönemlerde yaşamaktaydık ve kim nerededir ne yapmaktadır bilmekte olduğumuz zamanlarda bazılarımızın birlikte yaptıklarının da keyfine diyecek yoktu örneğin müzik yapmak gibi, kimi ararsanız hepsi oradaydı. Şimdi size isim vermeyeceğim ama bir düşünün Kızıltoprak, Kalamış, Moda ve Kadıköy çevresinde yetişmiş ve bu gün dahi müziğe yön vermekte bulunan ünlüleri hepsi o zamanlarda tıfıl delikanlı yada genç kızdılar.

Türkiye’nin önü açıktı ve insanlarımız yaşamlarına bir yön çizebilmenin heyecanını yaşayabilmekteydiler, eğitim önemliydi üniversiteye gidebilmenin heyecanı yaşanmaktaydı, bizler üniversite imtihanı olmayan dönemin son temsilcilerinin peşinden geldik, radyodan hangi üniversitede ne kadar kontenjan olduğu duyuruları yapılırdı ve üniversitelere girebilmek için kalan kontenjanlara göre tercihler yapıldığı dönemden sonra üniversite imtihanlarına girerek başarılarımızı gösterebilmiş bir kuşağın son temsilcileri olduk.

Artık böyle başarılı kuşaklar yok, dört işlemi bile yapmaktan aciz, Cumhuriyetin ilan edildiği tarihi bile bilemeyen bir kuşak yaratıldı bunu yapabilmeyi kendilerine amaç edinenlerin hedeflerine ulaştıklarını ve ne kadar başarılı olduklarını da itiraf etmek gerekir herhalde.

İş müzik yapmak konusuna gelince amatörlükten daha fazlasına gerek oluyordu ve o günün koşullarında olabileceklerin en iyisi olan bazı isimler gerekli şartları sağlayabilme yoluna gidiyorlardı. Örneğin Doruk Onatkut, Önder Bali veya Attila Özdemiroğlu gibi o zamanlarda dahi rüştünü ispat etmiş önemli müzik insanları bir takım amatörlere yol göstermekteydiler, bu konuda Mustafa Sandal’ın nasıl bir yol izlediğini takip etmek sanırım söylemek istediklerimi daha güzel açıklayacaktır.

Bizim arkadaşımızda işte böyle bir ortamda yaşadığı imkansızlıklara rağmen bin bir türlü zorlukla biriktirdiği parasıyla plak yapmak için stüdyonun yolunu tuttu, bizlerde gerekli desteği elimizden geldiği boyutlarda sağlamaya çalışıyorduk, bu destek daha ziyade onun müziği hakkındaki düşüncelerimizi içermekteydi, gerçekte müzisyenliği konusunda çok da etkileyiciydi diyemeyeceğim ama bir çaba ve çalışmanın getirdiği en azından emeğe saygının olması gerektiğine inanıyorduk.

Piyasaya çıkartacağı 45’liğiyle bir başarıyı yakalayabileceğini de düşünüyorduk. Bu duygu ve düşünceler içerisinde stüdyo çalışmaları başladı ve ilerleyen çalışmalar esnasında yapılan küçük ama sonuçları açısından oldukça etkileyici bir takım stüdyo hileleri ile bantlar hazırlandı, Önder Bali şöyle bir yorumda bulunmuştu, ne uğraşıyorsunuz ya bantı biraz hızlı sararız olur biter bu iş. Gerçektende dediği gibi olmuştu bantı biraz hızlı sararak yaptığı kayıtta duyulması gereken gitar sesinin yerine banjo sesi çıkmaktaydı, sonundaki yorumda çok güzeldi; ittiret ya böylede şahane olmadı mı?

Evet hiç de fena değildi ve 45’lik piyasaya böyle çıktı.

Bu sürecin tamamlanıp verilen onca emeğin somutlaşmış bir şekilde elinizde tutulması herhalde bir çok sanatçının dünyadaki en mutlu anlarından birisidir.

Şimdinin yeni yetmeleri ise bir sanatçının hayatında yaşayabileceği bu güzel anı şöyle değerlendirmekteler; abi ne yapacaksın ya internetten indiriverirsin.

Bütün dünyada emeğe verilen kıymet, yaratının, çabanın, ortaya bir eser çıkartmanın karşılığıdır, elbette bunu değerlendirebilecek görgü, bilgi gibi bir çok birikimin bir arada bulunacağı sanat eserleri hakkında saygılı olabilmeyi öğrenmek de bir beceri olsa gerek. Ünlü bir magazin figürü olan ve genç kızlarımıza yaptıkları ve söyledikleriyle örnek olan hanım, gittiği bir resim sergisinde etrafa bakıp durduktan sonra ne var bunda ya ben daha iyisini yaparım diyerek sanata olan saygısını tüm toplumuza açıklamıştı.

Bir tek notanın dahi bir müzik eserindeki kıymeti hakkında söylenebilecek o kadar çok söz varken bizim önemli müzisyenlerimizin gitar ile banjo arasında hiçbir fark görmeyerek bir plağın piyasaya çıkmasına ön ayak olabiliyorlarsa, bizim memleketimizde sanat ve sanatçının önemini koruyabilmek hayli zor olsa gerek.

Burada küçük bir not vermekte yarar var İranlı keman sanatçısı Farid Farjad “Mollalar İran’da iktidara gelir gelmez yaptıkları ilk iş bütün müzik okullarını kapatmak ve ellerine geçirdikleri bütün enstrümanları kırmak olmuştu” diyerek kimlerin sanat ve sanatçıya nasıl ve ne kadar saygılı olabileceğinin altını çizmişti.

Sonuçları bakımından değerlendirirsek 45’lik piyasada hiçbir varlık gösteremedi arkadaşımız meşhur olamadı ama sonrada iyi bir mühendis olarak dünyadaki büyük şirketlerden birinin Asya Avrupa başkanı olmayı başardı.