25. Bölüm

Uyandığımda, sabah duası çanı henüz çalmamıştı. Leititia odasında değildi, belli ki çok erken kalkmıştı. Herkesten önce dua için kiliseye girdiğimde, onun yazı salonunda olduğunu gördüm. Duam bittiğinde yanına giderek birkaç adım gerisinde durdum, rahiplerin çalışmalarını inceliyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı ama sessizlik zamanı dolmadığından, önündeki kitabın açık duran sayfasını okumayı sürdürdü. Başrahibenin izni olmadan yazı salonuna yaklaşmak dahi mümkün olmadığından, Leititia’nın da buraya izinsiz girdiğini sanıyordum. Sabahın ilk çan sesi duyulduğunda hızla odadan çıktı. Yanımdan geçtiğinde, beni takip et anlamında bir işaret yaptı. Alaca karanlıkta dışarı çıktığımızda, kilisenin arka tarafındaki yöne doğru, görevlilerin kaldığı yerin önünden koşar adımlarla geçerek, duaya giden rahibelerin arkasında sıraya girdik. İkimizde nefes nefese kalmıştık, başrahibe kilisenin kapısında durmuş içeri girenlere dikkatlice bakıyordu. Hepsi içeri girdiğinde bana, senin burada ne işin var der gibi, dik bakışlarını çevirdi. Arkasından bende duada bulunmak üzere içeri girdim.

Bütün ritüel tamamlandıktan sonra, çalışmaya devam etmek üzere çömlekhaneye yöneldim ama ondan önce Sergio’yu bulmam lazımdı. Sonra, aklıma geldi ki, bu zamanlarda yemekhanede olması gerekirdi. Yemekhaneye gittiğimde düşüncemde yanılmadığımı bir kez daha anladım. Yanıma, masaların üzerinde duran fırından yeni çıkmış ekmeklerden birini gizlice aldıktan sonra, Sergio eşliğinde çömlekhaneye geldim. Bu sefer yapmak istediğim mozaikten bir ikonun taslaklarını hazırlamaya başladım. Oluşturduğum yeni görüşlerden esinlendiğim bir ikondu bu. Burası, sanki akortsuz seslerin yükseldiği bir kilise korosunu aratmıyordu. Şimdi de öyle bir ikon yapmaya heveslenmiştim ki, belki de bu akortsuz seslerin en kulak tırmalayanı olacaktı.

Leititia, sabah ketum davrandığının aksine, şimdi, her şeyi bilme hakkına sahip olarak araştırma yapan rahiplerin, sayfaları açık kalmış Eski Ahit’teki yazılı yaradılış metinlerinden okuduğu iki hikâyedeki zıtlıkları anlatmaya çalışıyordu.

Kadınların kendilerini ilgilendiren her konuyu, kadınlar olarak başarması gerektiğini kabul ediyordum ve Leititia’nın ortaya koyduğu zıtlığın, Kadın İncil’in de insanı sıkı sıkıya saran başlangıç hikâyesi olduğunu görüyordum.

Yaradılış metinlerinde zıtlık arz eden iki hikâye vardır:

İlkine göre; kadın ve erkek aynı zamanda ve Tanrının suretinde yaratılmıştır. Tanrının sureti erkek ile bağdaştırılmamış, tüm insan ırkı Tanrı suretinde yaratılmıştır. Kadınlar, yaratılmış düzende bütünün bir parçası olmuşlardır. Erkeğin veya kadının diğeri üzerinde hâkimiyeti yoktur.

Fakat en iyi bilinen ikinci rivayete göre ise; Tanrı’nın kadını, erkeğin kaburgasından yarattığıdır. Bu bölümde kadının yaradılışının tek nedeni, erkeğin yalnızlığını gidermek içindir. Erkeğin önce yaratılmış olmasının kabul görmesi, kadının sonradan gelen olarak itaatkârlığını meşrulaştırmaktadır. 

Aziz Pavlus’tan bu yana pek çok Hıristiyan teolog bunu iki şekilde kullanmıştır.

İlki“…Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı…”

İkincisi ise; ‘…Çünkü önce erkek, sonra kadın yaratıldı; aldatılan da erkek değildi, kadın aldatıp suç işledi…’

Birbiri ile zıtlık arz eden bu iki yaradılış kıssasını bir noktada birleştirme arzusu vardır. Kadın ve erkeğin Tanrı’nın suretinde yaradılış anlayışı, cennetten kovulmadan önce insanoğlunun mükemmel durumunu tasvir eder.

Hazreti İsa aracılığı ile bu durumu tekrar kazanmak mümkündür. Çünkü İsa, insanların günahlarına kefaret olarak kendini kurban etmek için yeryüzüne inmiştir. İnsanoğlunun cennetteki durumunu tekrar kazanabilmesi için kötülüğe katlanmıştır. ‘…Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle, ne özgür, ne erkek, ne dişi ayrımı var. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz…’ İsa’nın ışığı altındaki dönemde erkek hâkimiyeti ve tüm ırkçılık oluşumları günah olarak görülmüştür. İsa tarafından sunulan kefaret, ayrımcılığı tersine çevirmiş ve tüm insanları Tanrı’nın önünde yeni bir statüye kavuşturmuştur.

Hıristiyanlığın ilk zamanlarında eşitlikçi yaşam tarzını benimsemiştir. Havariler,  ilk kuşak kadınların ev kiliselere dahi başkanlık ettiğini belirtmektedir. “…Petrus olanların farkına varınca, Markos diye tanınan Yuhanna’nın annesi Meryem’in evine gitti. Orada birçok kişi toplanmış dua ediyordu…” İlk dönemlerde, özellikle köleleri ve kadınları ev kiliseleri cezp ederdi. Hıristiyanlık anlayışına göre, ev kiliseleri kurumsal olarak yeni bir aile olmanın ifadesiydi. Bu uygulama erkek merkezli aile değer sistemine tezat teşkil etmekteydi. Bu eşit inanç ve değerler sistemine dayanan din anlayışı zamanla erkeğin baskın olduğu aile yapısına dönüştürülmüştür.

Kilise, tamamıyla eşitlik üzerine dayanan ilk dönem Hıristiyan toplum yapısını kabul etmemiştir. Helen toplumunun toplumsal sınıf düzeni ve kültürel yapısını dikkate almıştır. Böylece köle ya da özgür, kadın ya da erkek sorun haline gelmiştir. Helen ve Yahudi kültürlerindeki erkeğin baskın olduğu yaşam, Kilise kanunlarına sirayet etmiştir. İlk dönem Pavlus vizyonu ve İsa’nın öğretileri, sonradan zayıflatılmıştır.

“…Havva, çocuk doğururken acı çekecek, kocasına istek duyacak ve kocasının otoritesi altında olacaktır…” Havva’ya atfedilen lanet, ilahi maksatlı ceza olarak değil, ahengi çarpıtan insanoğlunun cennetten inişini anlatan tarihsel bir durum olarak yorumlanır. Yeni Ahit’in kadına karşı tutumuyla ilgili en önemli kadınca yorum; İsa’nın kurduğu eşitlikçi Hıristiyanlığa karşı kilisenin kadınları ikinci sınıf mensup olarak gören Helen kültürünün hiyerarşik düzenini benimsediği şeklindedir.

Havari Pavlus’un kadını erkeğin kontrolü altına alan yaygın Helen aile düzenini eşitlikçi bir hale getirmeye çalıştığı, ancak erkek baskın toplumsal sınıf düzeni devam ettirildiği görülmektedir. “…Ey kadınlar, Rabbe ait olanlara yaraşır biçimde kocalarınıza sadık olun. Ey kocalar, karılarınızı sevin. Onlara sert davranmayın. Ey çocuklar, her konuda anne babalarınızın sözünü dinleyin.

Çünkü bu Rabbi hoşnut eder. Ey babalar, çocuklarınızı incitmeyin, yoksa cesaretleri kırılır. Ey köleler, dünyadaki efendilerinizin her sözünü dinleyin. Bunu, yalnız insanları hoşnut etmek isteyenler gibi göze hoş görünen hizmetle değil, saf yürekle, Rab korkusuyla yapın. Rab’den miras ödülünü alacağınızı bilerek, her ne yaparsanız, insanlar için değil, Rab için yapar gibi candan yapın. Rab Mesih’e kulluk ediyorsunuz. Haksızlık eden, ettiği haksızlığın karşılığını alacak, hiç bir ayrım yapılmayacaktır. Ey efendiler, gökte sizin de bir Efendiniz olduğunu bilerek kölelerinize adalet ve eşitlikle davranın…”


Toplumsal sınıf düzenini kabul eden, Mesih İsa’yla bütünleşerek, Tanrı, İsa ve erkek hiyerarşik düzenini benimseyen Pavlus metinlerinde, Korintlilere yazılan mektup örtünme geleneğine atıfta bulunur “…Mesih’i örnek aldığım gibi, siz de beni örnek alın. Her durumda beni anımsadığınız ve size ilettiğim öğretileri olduğu gibi koruduğunuz için sizi övüyorum. Ama şunu da bilmenizi isterim: Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih’in başı da Tanrı’dır. Başına bir şey takıp dua ya da peygamberlik eden her erkek başını küçük düşürür. Ama başı açık dua ya da peygamberlik eden her kadın da başını küçük düşürür.

Böylesinin, başı tıraş edilmiş bir kadından farkı yoktur. Kadın başını açarsa saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün. Erkek başını örtmemeli: o, Tanrı’nın benzeri ve yüceliğidir. Kadın da erkeğin yüceliğidir. Çünkü erkek kadından değil kadın erkekten yaratıldı. Bu nedenle melekler uğruna kadının başı üzerinde yetkisi olmalıdır…” Ortodoks

Yahudi kadınlarının örtünmelerinin sebebi eşlerine ve babalarına bağlılıklarını ifade etmek içindir. Pavlus’un da Hristiyan kadınlarını bu geleneği sürdürmeleri için cesaretlendirmek istediği görülmektedir

“…Mesih’e duyduğunuz saygıdan ötürü birbirinize bağımlı olun. Ey kadınlar

Rabbe bağımlı olduğunuz gibi, kocalarınıza bağımlı olun. Çünkü Mesih bedenin kurtarıcısı olarak kilisenin başı olduğu gibi erkek de kadının başıdır. Kilise

Mesih’e bağımlı olduğu gibi, kadınlar da her durumda kocalarına bağımlı olsunlar. Ey kocalar, Mesih kiliseyi nasıl sevip onun uğruna kendini feda ettiyse, siz de karılarınızı öyle sevin. Mesih kiliseyi suyla yıkayıp, tanrısal sözle temizleyerek kutsal kılmak için kendini feda etti. Öyle ki, kiliseyi üzerinde leke, buruşukluk ya da buna benzer bir şey olmadan, görkemli biçimde kendine sunabilsin. Amacı kilisenin kutsal ve kusursuz olmasıdır. Aynı biçimde kocalar da karılarını kendi bedenleri gibi sevmelidir. Karısını seven kendini sever. Hiç kimse hiçbir zaman kendi bedeninden nefret etmemiştir. Tersine onu besler ve kayırır; tıpkı Mesih’in kiliseyi besleyip kayırdığı gibi. Çünkü bizler onun bedeninin üyeleriyiz. Bunun için adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.” Bu metinlerde Pavlus ve İsa’nın radikal vizyonu ile bağdaşmayan hiyerarşik aile yapısını kabul etmektedir.

“Kadınlar da saç örgüleriyle, altınlarla, incilerle ya da pahalı giysilerle değil, sade giyimle, edepli ve ölçülü tutumla Tanrı yolunda yürüyen kadınlara yaraşır biçimde, iyi işlerle süslenmelerini isterim. Kadın sükûnet ve tam bir uysallık içinde öğrensin. Kadının öğretmesine, erkeğe egemen olmasına izin vermiyorum; sakin olsun. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratıldı; aldatılan da Âdem değildi, kadın aldatılıp suç isledi. Ama doğum yapıp kurtulacaktır; yeter ki, sağduyuyla iman, sevgi ve kutsallıkta yasasın.”Yaradılış düzeninde Âdem’in Havva’dan önce yaratıldığına atıfta bulunmaktadır. Pavlus, günahı ilk Havva’nın işlemiş olmasından dolayı erkeğe bağımlı kılınmasını desteklemektedir. Bu pasaj, kadınların kiliselerde yönetime dâhil olmamaları için yüzyıllarca kullanılmıştır.

Bugün kadınların itaatkârlık durumları Hıristiyanlığın ilk dönem eşitlikçi modeli ile bağdaşmayan erkek baskın Pavlus metinlerine dayanmaktadır. Hıristiyanlığın ilk döneminde, kadınlar kiliselerde İsa’nın yeni Töresi için eğitime çağrılır, erkeklerle eşit şartlarda topluma dâhil edilirlerdi. Luke pasajı bu eşitliğe kanıt olarak gösterilebilir. Marta adında bir kadın bir gün İsa’yı evinde konuk eder. Marta’nın Meryem adındaki kız kardeşi İsa’nın ayaklarının dibinde oturup onun konuşmalarını dinlerken, Marta kız kardeşinin ona yardım etmesini ister fakat İsa, Meryem’in de öğrenim görmeye hakkı olduğunu hatırlatmıştır. İsa’nın kadına yönelik bu şekildeki eğitim anlayışı, Yahudiliğin geleneksel kadın modeliyle çelişmektedir.

Biz böyle konuşurken, akşam duası vakti gelmişti. Mutfak yardımcıları akşam yemeği için işlerine dönüyorlardı. İyice acıktığımı hissettim.

Ancak yine de düşüncelerim hala bulanıklığını koruyordu; yani kadın hakkındaki olumsuzluğu açıklayıcı bir netliğe ulaşamıyordum. Yoksa şöyle mi düşünmem gerekiyordu:

Kadın, erkeğe başkaldırmak ya da Havva gibi kaburgasından yaratıldığı erkeğe tabi olmak arasında bırakılmaktadır. Oysa kadının bunlardan birini seçmesi gerekmemektedir. İnsan erkeği ve kadını ile birbirini tamamlayan bir bütündür. Ne erkekler kadını her an otoriteye isyan edip kaçabilecek veya Havva gibi günaha sevk edecek bir varlık olarak görüp, bunu engellemek için baskı altına almaya çalışmalı, ne de kadınlar erkekleri otoritelerine muhtaç oldukları veya kendilerini ispat için karşı koymaları gereken varlıklar olarak görmelidir. Yapılması gereken insan olarak yaratılışının boşuna olmadığının bilincine varıp, kendi imkânları doğrultusunda gerçekten “insan” olmaya çalışmaktır.

Bu akşamki yemek diğerlerinden farklıydı, içerisi büyük meşalelerle aydınlatılmıştı. Rahipler ve başrahibin oturduğu masa diğerlerinden ayrılmıştı, başrahibe her zamanki yerinde, yemek boyunca dua okuyacak rahibenin de onların tam karşısında yerini aldığı salonda,  yan yana oturduğumuz rahibelerle dağıtılacak yemeği bekliyorduk. Dağıtılan yemeğin, tavuk ile yapılmış olması hayret vericiydi. Kural oldukça az yemeyi öngörse de, manastırdakilerin ne kadar besine ihtiyaçları olduğunu saptamayı başrahibe bıraktığından, bu akşamki yemek, kilerin zenginliği ve aşçıların ustalığıyla övünülecek kadar doyurucuydu. Rahiplerin ve başrahibin varlığı nedeniyle, sessizlik içinde dinlenen dua ile yenen yemeğin bitiminde, başrahibin işaretiyle ilahiler okunmaya başlandı:

 Sana şükrederiz, ey Tanrı,

Şükrederiz, çünkü sen yakınsın,

Harikaların bunu gösterir.

 “Belirlediğim zaman gelince,

Doğrulukla yargılayacağım” diyor Tanrı,

 “Yeryüzü altüst olunca üzerindekilerle,

Ben pekiştireceğim onun direklerini.

  Övünenlere, ‘Övünmeyin artık!’ dedim;

Kötülere, ‘Kaldırmayın başınızı!

  Kaldırmayın başınızı!

Tepeden konuşmayın!’ ”

 Çünkü ne doğudan, ne batıdan,

Ne de çöldeki dağlardan doğar yargı.

 Yargıç ancak Tanrı’dır,

Birini alçaltır, birini yükseltir.

 RAB elinde dolu bir kâse tutuyor,

Köpüklü, baharat karıştırılmış şarap döküyor;

Yeryüzünün bütün kötüleri

Tortusuna dek yalayıp onu içiyor.

 Bense sürekli duyuracağım bunu,

Yakup’un Tanrısı’nı ilahilerle öveceğim:

 “Kıracağım kötülerin bütün gücünü,

Doğruların gücüyse yükseltilecek.”

İlahiler bittiğinde, başrahibin işareti ile yatsı duası için kiliseye yöneldiklerinde, Leititia kulağıma doğru fısıltıyla; bu gece yarısı, yatmayıp odamın kapısını çalacağını ve hazır olarak beklememi söyledi.

Merakım beni endişelendiriyordu, manastırda pek de hoş karşılanmayacak bir şekilde beni görmeye mi geliyordu? Ne de olsa rahibelerde insandır ama buradakiler diğerlerinden daha farklı insanlardı. Bunu düşünmek dahi istemiyordum, karanlıkta gözlerimi kırpmadan kapımın çalınmasını beklemekten, gözlerim bir gece kuşu kadar karanlıkta görmeye başlamıştı. Kapım üç kez tıkladığında yerimden kalktım, ayakta durmakta zorlanıyordum, kapıya doğru yürümüyor sanki arkamdan itekleniyordum. Kapıya yaklaştığımda, kapı bir kez daha tıkladı, belli ki Leititia bir an önce açmamı bekliyordu, içeri girmeden başını örten kukuletasını geriye doğru itti; sessizlik yasasını unutmuş gibiydi, fısıltıyla;

“Hazır mısın?”

“Ne için?”

“Kilisedeki kitaplığa girmek için? Yardım etmen gerek.”

Bu hiç aklıma gelmemişti, Leititia neye yardım etmemi bekliyordu?

“Hadi, hadi acele et bu gece nöbetçi Sergio, kitaplığa girmemizi sağlayacak.”

“Benden ne istiyorsun o zaman?”

“Grek alfabesini bildiğini sanıyorum, kitaplıkta neden bahsettiğini bilemediğim Grek dili ile yazılı kitapların olduğu bir bölüm var, onları görmeni istiyorum.”

“Sonra ne olacak?”

“İşimize yarayacak olanları bulup okuyacağız.”

“Kitaplıkta mı?”

“Yo, yanımıza alacağız.”

“Çalmaktan mı söz ediyorsun?”

“Pek değil, bir süreliğine ödünç almak diyelim.”

“Ya anlaşılırsa?”

“Merak etme, burada Grekçe bilen tek rahip vardı o da geçen yıl öldü. Yerine de bir başkası gelmediğinden gönlünü ferah tut.”

Bulutlarla kaplı göğün karanlık gecelerinde dolaşan hayalet gölgelerinin ürkütücülüğü ile kiliseden içeri sızdık. Sergio, kitaplık olarak kullanılan bölümün, üzerinde; “Libri non tam probationem veritatis et errorum” yazan ağır kapısını açık bırakmıştı.

Karanlıkta, aradığımızı bulmamızı sağlayacak olan mumu yanında getiren Leititia ile kitapların dizili olduğu rafların arasından geçerken gözlerimizde sırtlarındaki yazıları tarıyordu. İnsanın Kurtuluş Hikâyesi ve Litürji, O’nun adı Merhamet’tir, Tanrı ile bir ilişki, Eski Ahit’i okumak için birinci Ahit’i açıklayan metinler, Filozoflar ve İnanç, o kadar çok kitap vardı ki…

Nihayet Grekçe yazılı olanları bulduk, şimdi biraz daha dikkatlice bakıyordum ve Leititia’nın isteğini yerine getirmek için titizleniyordum. Solgun mum ışığında, kitap sırtlarındaki küçük yazıları okumaktan artık ne gördüğümü ne de okuduğumu ayırt edemeyecek hale gelmiştim ki, olduğum yere çakılıp kaldım ve Leititia dönerek işte orada duruyor, aradığımız kitap orada dedim. Okumayı yeni öğrenenler gibi; Τα ψέματα των γυναικών και τα ψέματα και οι αλήθειες που τις κάνουν ελεύθερες. (Ka-dın-la-rın İ-nan-dı-ğı Ya-lan-lar ve On-la-rı Öz-gür Kı-lan Ger-çek.)

“İşte bu, aradığım buna benzer bir şeylerdi. Hemen raftan al onu ve bana uzat.”

Aceleyle dediğini yaptım, aldığım yerdeki boşluğun fark edilmemesi için de diğerlerini iterek onun yerini doldurdum. Hızlıca kitaplıktan çıktık, kilisenin kapısında durup, uzaktan bize bakmakta olan Sergio’nun elindeki fenerin ışığıyla yaptığı işareti gördükten sonra, hızla yürüyerek rahibelerin yatakhanesinden içeri kendimizi attık ve odalarımıza daldık. Sabah duasına az bir zaman kalmıştı. Yatağımın kenarına oturup yaptığımız çılgınlığı düşünmeye başladım.

Var olmak, fark edilmek, önemsenmek ve öldürülmemek için yaşatılması gereken bir inancın öncüleri olmanın huzuru içindeydim ve her zamanda öyle olacaktı.

Sabah duasını haber veren çanın sesiyle uyandım, o gece hiç uyumamış olduğumun bilinciyle; dışarıdaki temiz havaya çıkınca uykusuzluktan kapanmaya başlayan gözlerim açıldı, kendimi dipdiri hissediyordum.

Çömlekhanede, hazırlanan mizansenin gereği yerine getirildikten sonra Leititia, kilise kitaplığından gece yarısı aşırmayı başardığımız kitabın kapağını açarak atölyedeki büyük masanın üzerine koydu.

“Kitap senindir Sorella Minokta.”

Masanın üzerinde duran kitabın sayfalarını çevirince, küf ve mürekkep isinin birbirine karışan kokusu burun deliklerimden içeri süzüldü, parmaklarım parşömenin yumuşak dokusunu hissederek, yıllar öncesinin Grekçesi ile yazılmış olan yazıların üzerinde gezindi. Bu eski dili anlamakta hayli zorlandığımı itiraf etmemde gerekir. Kitap, sanki benim iyi bir dil eğitimi almamış olduğumu daha ilk satırında yüzüme çarpmaktaydı. Bütün çabama karşın, burada görüleceği üzere eski bir dille yazılan metinlerin çevirisini yapabilmem imkânsızdı. Bütün iyi niyetimle denedim ama ortaya çıkan sonuç korkunçtu.

Kadınları Öğrenmede Eğitmek için bizim tarafımızdan özen gösterilmelidir

En azından ben, ben Kadınların ayırt eder, ben niyetinde ne daha belirgin olabilir bu şekilde eğitilmenin özüne, geçimine ya da Kadının Kurtuluşuna gerekli olduğunu söylemiyorum. Dünyada kötü olanların bu eğitim için bir fırsatı yoktur: Alçak kısımdakiler, imkânları olsa da buna ulaşamazlar;  Ex quovis ligno uyumsuz Minerva: Benim anlamım, Tanrı’nın bu Dünyadaki şeylerle kutsadığı, yetkin doğal Bölümlere sahip olan Kişiler, Bilgi konusunda eğitilmeli; Yani, Gençlik zamanlarını genellikle Okullarda öğretilen konularda yetkin bir şekilde eğitilmeleri için ve zamanlarının çoğunu Sanat, Dil ve faydalı Bilgi elde etmek için harcanmaları için harcamaları çok daha iyidir. Ellerini ve Ayaklarını parlatmak, Kilitlerini kıvırmak, Vücutlarını giydirmek ve düzeltmek için bu kadar çok değerli zamanı ufak bir şekilde parlatmak yerine;  bu arada Ruhlarını ihmal etmeli ve Tanrı’yı, İsa Mesih’i, Kendilerini ve bunlara itaat eden Doğa, Sanat ve Dilleri tanımak için hiç çaba göstermemeli veya çok az çaba göstermelidir. İnkâr etmiyorum ama Kadınlar, güzel ve düzgün bir arabaya, İğnelerine, Düzgünlüğe getirilmeli, özellikle kendilerine ait olan tüm bu şeyleri anlamak için. Ancak bu şeylere yetkin bir şekilde bakıldığında ve Doğa Bağışları ve hazlarının olduğu yerlerde, daha sonra daha yüksek şeylere çaba gösterilmelidir. Nazik kadınlara Frisk ve Dans etmeyi, Yüzlerini boyamayı, Saçlarını kıvırmayı, Çırpma Teli giymeyi, eşcinsel Kıyafetleri giymeyi öğretmek, gerçekten süslemek değil, bedenlerini zina yapmaktır; evet, (daha kötüsü) Ruhlarını kirletmek için. Bu (gibi ama bedenlerini zina etmek; evet, (daha kötüsü) Ruhlarını kirletmek için. Bu (gibi Circes Cup) onları Canavarlara dönüştürür; Göbekleri onların Tanrısı iken Domuz olurlar; Şehvet iken Keçi olurlar ve Gurur onların Tanrısı iken, onlar çok Şeytan olurlar. Kuşkusuz, Kadınların bu yetersiz yetiştirilmesi Kâfirler ve Barbarlar arasında başladı; Kadınlarını köle yaptıkları ve angarya içinde yıprattıkları ile devam ediyor. Yozlaşmış ve Mürted Hristiyanlar arasında aynı puanla uygulanmaktadır ve şimdi Dinlerinin bir parçasıdır; bu nedenle onu düzeltmek bir Reformasyon parçası olacaktır ve Şeytan olarak Âdem’e karşı bize karşı savaşan kadınlarımızı baştan çıkarıp Kocalarını kolayca baştan çıkaranlara karşı koyacaktır.

Tanrı, Kadınları yalnızca daha iyi bir Sığır türü olarak istemiş olsaydı, onları mantıklı kılmazdı.  Erkeklerin Şehvet, Gurur ve Zevkine daha uygun olabilirdi; özellikle onları cahil kılmak isteyenler, eziyet edilmek için.

Tanrı, Kadını, sürekli sohbetinde ve Ailesi ve Mülkünün endişelerinde, hastalıkta, halsizlikte, yokluğunda, ölümde ve Bunları bunlara uydurmayı ihmal ederken, Tanrı’nın Lütfu’nu reddediyoruz, O’nun Kadınları görevlendirdiğini, ona nankörlük ettiğini, onlara zalim olduğunu ve kendimizi yaraladığını söyledi.

Bir Başrahip ve Bir Eğitimli Kadın arasında, bir söylemi hatırlıyorum. Kadınların öğrenilmesi, Tanrı’yı, Kurtarıcılarını tanıyabilmeleri, Kutsal Sözünü anlayabilmeleri ve harika İşlerinde ona hayranlık duymaları için pek çok iyi Sebep veriyor; aynı zamanda kendilerine karşı daha fazla saygı duyacak çok sayıda Hizmetkâr arasında Ev İşlerini daha iyi idare edebileceklerini, çünkü anlayışta kendilerinin üstündeydiler. Dahası, boş zamanlarda iyi Yazarları okumakta harika bir içerik buldu. Bütün bunlara tek cevap veriyor, Kadınların asla boyun eğdirilmeyeceği öğrenilirse; Dünyadaki her şeyden rahipleri arasındaki deneyimlebulduğu gibi, bilgili bir Keşiş kadar hiçbir şeyden nefret etmiyordu. İtaatkâr oldukları ve onu Zevklerinde rahatsız etmedikleri sürece, tüm keşişlerinin Domuz’a dönüşmesini umursamadı. Kuşkusuz, (Kadınlara daha Kibar Öğrenmeyi reddeden) kuşak konuşsa, size derlerdi: Kadınlara izin verilseydi, kendilerinden daha akıllı olurlar (katlanılmayacak bir şey) o zaman asla olmayacaklardı. Şimdi onları yaptıkları gibi uysal aptallar ve çok köleler; bu nedenle, onları Kadim Eğitme Geleneğini yeniden canlandırmak kötü ve yaramaz bir şeydir.

Doğayı görmek Kadınları öylesine mükemmel Parçalardan üretir ki, denedikleri şeyde çoğu zaman erkekleri üstün kılarlar, bazen üstündürler; neden iyileştirilmemeleri için hangi sebep verilebilir?

İnsandan daha mükemmel bir şey yoktur; onun mükemmelliği pürüzsüz Derisinden ya da dik Çehresinden değil, Makul Ruhundan ibarettir ve Aklın mükemmelliği, Sanat tarafından geliştirildiği zamandır.

Öğrenme, tüm Yaratıkların hedeflediği Ruhu mükemmelleştirir ve süsler. Dahası, İnsanın ilk Yaratılışında Tanrı’nın İmajının temel bir parçası İlim’den ibaretti. Günah bunu gölgeledi: Cennette mükemmelleştirilecek olanı neden talimatla onarmaya çalışmayalım?

En yüksek şeylerin kadınlara ait olduğu anlayışını kimse inkar edemez; olarak, Tanrı’nın bilgisi, Eserlerinin Tefekkürü; ve onlar baştan beri Kilise İşlemlerinde fazlasıyla kullanılmışlardır: Eski Ahit’te, Miriam, Debora, Jael, Judith, Esther. Yeni Ahit’te, Kutsal Bakire, Anna, Phebe, Priscilla, Lois, Eunice, Seçilmiş Kadın, Kilise için yararlı ve yararlıydı. O zaman onlara Sanat, Dil, Tarih, Felsefe vb. Eğitimlerini kim yasaklayacak? Bunlara boyun eğiyor mu? Onu ve onları bir ölçüde tanımadıkları sürece, hiç kimse Tanrı’nın saygı duyamaz, harika çalışmalarına hayran kalamaz.

Daha fazla devam etmemin bir manası yoktu.