EUROPA RACE

Imoca klasmanının resmi takviminde yer alan ve iki senede bir düzenlenen Europa Race, Avrupa’nın önemli deniz ülkelerini ve bu ülkelerin önemli liman kentlerini kapsayan eşsiz bir parkur üzerinde gerçekleşiyor. 2011 yılında dünyanın en iyi yarışçılarının katılımıyla ikinci edisyonu gerçekleşecek Avrupa Turu’na 15’e yakın tekne katılacak yarışın belirlenen parkuru 4.000 deniz milinin üzerinde ve (Türkiye) İstanbul’dan başlayarak (İspanya) Barcelona, (Fransa) Brest, (Almanya) Hambourg ve (İngiltere) Cowes’de sona erecek.

8.000km. den fazla uzunluğunda, Karadeniz, Marmara Denizi, Ege ve Akdeniz’de sahili olan ve ne yazık ki startı İstanbul’da verilecek olan bu önemli yarışta ülkemizi temsil edecek herhangi bir sporcu (denizci) olmayacak. Ancak yarışmacılara bir sponsor bulunursa katılımcı ülkelerden biri olabiliriz.

Ne kadar üzücü değil mi?

En güzel koylara marina yapmayı medeniyet olarak algılayan zihniyetin son eseri Kaş marinasına ait bir görüntü.

Önüne gelen en güzel sahillerde marina yaparak, canım sahilleri batırmanın ülkenin denizciliğine hiçbir katkısının olmadığı gibi, doğurduğu çevre felaketiyle de hem doğayı hem de medeniyeti yok etmesi, yaşanan canlı örneklerle sabit olmuş haldedir artık. Bodrum, Kalamış ve diğer marinaların çevreye verdiği zararlar neticesinde tanınmayacak hale gelmişlerdir güzelim koylar ve limanlar.

Kaş marinasına ait bir başka görüntü.

Her zaman ve her yerde olduğu gibi rant hırsı hiçbir zaman bitmeyecektir çünkü başka bir yatırım alanından elde edilecek olan gelir hiçbir şekil ve surette doğayı parselleyerek elde edilecek olan gelirden fazla olması mümkün görülmemektedir zaten bu sebeple de ikide birde çılgın proceler üretilmektedir, İstanbul’a ikinci boğaz, iki yakaya 1 er milyonluk şehirler ile Ankara’da 5 er yüz binlik şehir modellerinin kaynağı ile en güzel sahillerde ki marina projeleri hep bu arayışın birer ürünüdür.

Ülkenin kalkınması ve ileri gidebilmesinin yolları açıktır, sanayi devrimiyle başlayan bu süreç farklı şekillerde devamede gelmektedir ancak, insanların bilinçlenerek siyasi tercihlerde bulunması riskini de içermekte olduğundan üretime ve teknolojiye yönelik yatırımların yapılması üçüncü dünya ülkelerinde siyasi iktidarlar tarafından desteklenmemektedir, bunun yerine geliştirilen “ahrette iman, dünyada mekân” gibi söylemler ve köyden kente göç ile artan gayrimenkul kıymet artışlarından elde edilen getirinin diğer alanlardakileri getirileri geride bırakması gerçeğinden hareketle, her zaman gayrimenkul yatırımları sanayi yatırımlarından daha fazla desteklenmektedir. Bunu tercümesi ise siyasi iktidarlara sağlayacakları OY anlamını taşımaktadır.

Farmülasyon bellidir, o halde bu gün ve geçmişte olduğu gibi köyden kente göçün desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekmektedir. Ülkedeki gelişmemiş, geliştirilmemiş sanayi yapısı zaten bu arayışı desteklemektedir, aç bırak cahil bırak istediğin gibi yönet.

Geçmişte bu formülü kullanmaya kalkan iktidarların düştüğü en büyük hata, ülkede yaşamakta olan milyonlarca nüfusun inanç ve yaşamakta olduğu çözümlenmesi sosyal psikologlara ait olan içinde bulunduğu tavır ve davranışları ile kabullerinden kaynaklanmaktadır.

Bir kısım siyasi partiler bu hataya düşmüş ve bu sosyal psikolojiyi değerlendirmekte aciz kalmıştır, gözden kaçan köyden kente göç eden bu insanların büyük şehirlerde yaşayanlara bakışlarını ve onlar hakkındaki değerlendirmelerini çözememiştir. Bu siyasi partiler sonuçta bir zamanlar kendisine saygın devlet adamı Bülent Ecevit sayesinde verilen büyük itibarı ve krediyi birçok başka etkinin katkısıyla olsa da kaybetmiş ve iktidarı seneler sonra elde etse de düştüğü hataların sonucunda bir daha asla geri dönülemeyecek noktaya gelmiştir.

Güçlenen ve gelişen varoşlar kendisini iktidara taşıyacak olan rüzgârı yakalamış ve köyden kente geldiğinde kendisine dokunulmamasının, gecekondusunun kendisini bir türlü anlayamayan siyasi iktidar tarafından sadece seçimden seçime hatırlanmasının acısını çıkartma gerçeğiyle oylarını bir başka partiyi desteklemekte görmüştür.

Üstelikte yerleştiği kamu arazisinin üzerinde mülkiyet hakkını kurabilmenin gerçeğini ilk önce Camii inşa etmekte görüp, etrafında da kendi gecekondusunu yaparak, nasıl olsa tanrıya ait olan bu arazi ve üzerindeki Camii kimse yıkamaz uyanıklığıyla siyasi iktidara elindeki OY anahtarıyla istediğine sahip olma ayrıcalığı çıkartılan birçok aflarla ve fazlasıyla sağlanmıştır.

Bu yaşanan büyük mücadeleleri en güzel simgeleyen Kemal Sunal ile onun filmleri ile bir dönemi en iyi anlatarak büyük başarıya imza atmış olan Ertem Eğilmez’in neden bu kadar tutuldukları ve başarılı oldukları sorusunun cevabı da burada durmaktadır, köyden kente göç edenler kendilerini bulmaktadırlar Kemal Sunal filmlerinde. Tıpkı unutulmazlardan olan bir Züğürt Ağa ile daha yenilerinden Recep İvedik’ler ve diğerleri gibi.

Devam eden süreç ise kendilerini iktidara taşıyacak olan süreçtir, çünkü değerlendirmenin en iyisini yine kendi içlerinde yaşayarak öğrenmiş olanların öncekilerin düştükleri hataya düşmeden istenilenlerin camii ve ranttan geçtiği gerçeğini göz ardı etmeksizin sessiz çoğunlukların sesi olmayı başarabilmişlerdir.

Bitmek tükenmez bilmez rant hırsıyla Anadolu’nun neredeyse 30 haneli köyleri ile kasabaları da dahil olmak üzere dörder beşer katlı apartmanlar dikilmiştir. Açık alanların, yeşilin ve doğanın neredeyse uçsuz bucaksız olduğu alanlarda 4 katlı betondan inşa edilen apartman dairesine girip oturma tercihinin rant hırsından başka bir hırsla açıklamak mümkün değildir herhalde. Dünyanın başka ülkelerinde büyük şehirlerin banliyölerinde dahi tek katlı evlerde oturmaktadırlar insanlar bizde ise 30 haneli köyde 4-5 katlı apartmanlarda, büyük şehirlerimizin halini anlatmak ise herhalde gereksiz olacaktır. Artık bizimde öğüneceğimiz gökdelenlerimiz her taraflarda boy göstermektedirler.

Bu ise sanayi ve üretimin bulunmadığı bir yerde, gelir elde etmenin en güzel ve en kolay yolu olup, siyasi tercihlerini de ortaya koyamayan bir sınıfın oluşmasındaki en önemli etkendir. İhaleler, ihaleler alt yapı yatırımları, kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler eliyle yapılan tüm çalışmalar sadece ve sadece sağladığı işlevler yerlerine ve alanlarına göre değerlendirilse de sonuçta gelir yaratmaktadırlar, evinin, arsasının bulunduğu yerden yol geçen vatandaş ellerini ovuşturmaktadır nede olsa durduk yerde sahibi olduğu ya da sonradan işgal ettiği kamu arazisi kullanacağı OY tercihiyle eline tapusu verilen malının değeri birkaç artıvermiştir. Oturduğun yerde gelir sahibi olmakta ancak emek verilerek sahip olunmayan bir değer olduğundan hiçbir zamanda siyasi bilinç oluşamamaktadır bu ise istenilen ve tercih edilen en iyi yol olup birde hiçbir okul bitirmemiş işsiz insanlara vaazlarla desteklen kazançlarının ne kadar kutsal olduğunu durmadan anlatırsan 30 haneli köylerde insanlar 4-5 katlı apartmanlardaki dairelerine girip kendilerini artık pekte farkı kalmayan büyük şehirlerde yaşıyorlarmış gibi hissedeceklerdir.

Artık büyük şehir falan kalmamış bütün ülke bir büyük köy haline gelmiştir. Denizi hayatlarında görmemiş olan insanlara Europa Race’mi anlatacaksın yoksa Imoca 60 açık deniz yarışlarını mı?

Son söz, sahillerin farkı işte tamda burada ortaya çıkmaktadır.