MÜHENDİSLER SİYASETİNDEN, SİYASET MÜHENDİSLİĞİNE…

Türkiye’de yaşanmış bulunan mühendisler siyaseti dönemlerinin ardından yeni yapılanmakta olan siyaset mühendisliği döneminin başlangıcı olan 2002 yılı 22.dönem milletvekili genel seçimleri ile takip eden dönemlere ait istatistikî sonuçların özet tablosunda da görüleceği üzere, siyaset mühendisliği adına bu işin kurucusu ve dehası Joseph Goebbels’ten sonra sağlanan en büyük başarının deneysel sonuçları şöyledir.

Ülkemizde 2002 yılından itibaren yapılmış bulunan 3 dönem genel milletvekili seçimlerinin sonuçlarına ait resmi tablo şöyledir:

Yılı/DönemiSeçmen Sayısı
(+000)
Parti AdıAldığı Oy
(%)
Koltuk SayısıGenel Nüfus
(+000)
Nüfus Seçmen Oranı
(%)
2002/2241.470AKP34,3336566.00863
CHP19,41177
BGMZ0,968
550
2007/2342.628AKP46,6734170.58660
CHP20,84112
MHP14,2671
BGMZ5,1926
550
2011/2450.339AKP49,9532673.27369
CHP25,94135
MHP12,9853
BGMZ6,5836
550

İlk önce yukarıdaki tabloda seçmen sayısında bir dönemdeki artış ile genel nüfusa göre seçmen sayısı oranlarındaki son dönemde meydana gelen aşırı değişimin nedenleri üzerinde siyaset mühendisliği adına durmak gerekir.

Son dönemdeki artışlar, istatistikî değerlendirmeler açısından, sonuçlarının sağlayacağı tüm veriler yanında, yapılması düşünülen yeni anayasanın siyasal açıdan, meşruluk temeline ve toplumsal mutabakata dayandırılarak hiçbir tartışma veya alternatif teşkil edebilecek, yeni bir meşruluk anlayışına yer vermeyecek şekilde kabulü anlamını taşımaktadır.

Öncelikle gerçekçi tahlil metodundan yararlanarak, seçimlerden sonra duymaya alışık olduğumuz “Milli İradenin” tecelli ettiğinden söz edildiği zaman aslında kastedilen şey nedir?

Her şeyden önce şunu sormak gerekir ki milletin iradesi olabilir mi?

Millet bilindiği gibi geçmiş ve gelecekteki kuşakları içine alan soyut bir varlık, manevi bir kavramdır. İrade ise, ancak akıl ve sinir sistemine sahip gerçek kişilerde bulunur. Fizik varlığı olmayan, yalnız halen yaşamakta olanları değil, fakat ölmüş kişileri ve henüz doğmamış çocukları da kapsayan soyut bir kavramın “iradesi” diye bir şeyden söz edilemeyeceği aşikârdır.

Bu bakımdan “milli irade” tamamen anlamsız bir deyim, sosyal gerçeklikle hiç ilgisi bulunmayan bir yapıntı, bir fiksiyondur.

Milletin iradesi olamayacağına göre, bir seçim veya halkoylaması sonunda ortaya çıkan şey, onun bugün yaşanmakta olan bölümünü oluşturan “halk”ın iradesidir, denilebilir mi? “Halk İradesi” daha somut bir deyim olmakla beraber gene de realiteye uymaz. Çünkü halk topluluğunu meydana getiren kişilerin oybirliğine yakın bir noktada birleştikleri farz edilse dahi, neticede ortaya çıkan, kişisel iradelerin toplamından başka bir şey değildir. Bu kişisel iradelerin toplamı dışında ve üstünde kolektif bir iradenin oluştuğu söylenemez. Kaldı ki burada teknik bakımdan “halk” sözünün kullanılması da doğru sayılmaz. Zira “halk” vatandaş kitlesinin tümünü ifade eder, bu kitleye çocuklar ve kısıtlılar ile oy kullanma ehliyetine sahip olmayanlarda dâhildir.

Ülkemizde seçimlerde fiilen iradesini açıklayan “halk” değildir, sadece seçmen niteliğine sahip olan vatandaşlardır. Nihayet bütün seçmen vatandaşların da sandık başına gitmediklerini ve bazen hayli yüksek oranda bir grubun şu veya bu nedenle oy kullanmadıklarını da unutmamak gerekir.

Milli iradenin tecellisi bakımından, elimizdeki verilere göre, 2011 yılı 24.dönem en son milletvekili genel seçimlerinde oy kullanan kişilerin genel nüfusa oranı %69 ve oy kullanma oranını da % 90 gibi yüksek bir seviyede gerçekleştiğini görmekteyiz.

Önümüzdeki günleri göz önüne alarak siyaset mühendisliği adına konuşacak olursak, milli mutabakat arayışı çerçevesinde düşünülen anayasal değişimin izlerini taşıdığı görüşünde birleşebiliriz.

Anayasaların üstünlüğü ilkesine dayanan bir siyasal rejimde siyasal iktidar anayasayı yapan iktidardır.

Buna “Kurucu İktidar” denir ve Kurucu İktidarlar, devletin temel hukuk düzenini kuran, siyasal iktidarın hangi organlar tarafından, nasıl ve hangi sınırlar içerisinde kullanılacağını belirleyen, herkes için bağlayıcı üstün anayasa normlarını koyan iktidardır.

Eski anayasa şu veya bu nedenle ortadan kalkmıştır ya da kalkmak üzeredir, bu bir devrim sonucu olabileceği gibi, toplumdaki köklü ekonomik-sosyal-siyasal değişmeler ve gelişmeler sonucunda eski anayasanın işlemez duruma düşmesiyle de olabilir veya tamda rolleri gereği, adlarına siyaset mühendisleri denilen aslında, mühendislikten yana hiçbir bilgi ve becerileri olmayan ancak bütün görevleri ve fonksiyonları, söylemleri ile toplumu manüpüle etmek olan, kendilerine bir takım unvanlar vererek büyük bir kıymete haiz olduklarını da söyledikleriyle kanıtlamaya çalışan bu kitle, yeni bir sistem, yeni ilkeler ve belki de yeni bir dünya görüşü temeline dayanan, yepyeni bir anayasa meydana getireceklerini söyleyerek, tüm toplumu bu oluşuma hazırlamaktadırlar.

Bu anlayış çerçevesinde seçim sonuçlarının alınmasından sonra başbakanın yaptığı “balkon konuşması” n da verdiği mesajda muhalefetin kapısını çalacağı yönündeki görüşü, anayasa değişikliği çerçevesinde milli mutabakat arayışının ilk söylemidir.

Tüm bunların bize işaret ettiği bir tek şey vardır ki oda halen aranmakta olan ve siyasal açıdan meşruluğun tüm toplumdaki mutabakatla sağlanmış olması gerektiği inancıdır.

Elbette 73 milyon nüfusa sahip bir ülkede yapılması düşünülen yepyeni bir anayasanın, genel seçimlerdeki 50 milyonluk bir seçmen kitlesinin, nüfusa göre oranının %69’un üzerinde olması, toplumsal mutabakat söylemlerinin tümünü, siyaset mühendisliği adına haklı ve meşru çıkartacaktır ki bu da bize, neden bir dönemde seçmen sayısındaki artışın bu kadar çok olduğunu da açıklamaya fazlasıyla yetecektir.

SİYASAL AÇIDAN MEŞRULUĞUN ÖNEMİ

Meşruluk, siyasal açıdan iktidarın sağlanması ve elde tutulması bakımından en önemli faktörlerden birini oluşturur. Bir siyasal sistemde, yönetilenler iktidarın meşruluğuna inandıkları ölçüde onun kararlarına kendiliklerinden uyma eğilimi gösterirler, bu kararlara uymayı tamamen olağan, hatta gerekli sayarlar. Bu durumda iktidar itaati sağlamış olur. Aksi halde, yani yönetilenler arasında iktidarın meşruluğuna olan inancın zayıf veya düşük olması halinde ise, onun kararlarına kendiliğinden uyma eğilimi de zayıf olacaktır. Şu halde meşruluk, yönetimi kolaylaştıran, sağlamlaştıran, onu daha istikrarlı ve etkili kılan bir faktördür.

Böyle olduğu içindir ki her zaman ve her yerde iktidarlar meşrululuklarını halk arasında yaymak için çaba harcarlar.

İktidarları ele geçirenler halk tarafından halkın desteğine sahip olduklarını göstermek için genellikle referandum veya plebisit gibi yollara başvurular.

Ülkemizde 12 Eylül gibi çok büyük anlama haiz olan bir tarihte de altyapısı iyi hazırlanmış olan anayasa değişikliklerinin oylandığı bir referandum ile bahsettiğimiz iktidarın onanması da çok yönlü bir siyaset mühendisliği sayesinde sağlanmış olup elde edilen deneyimler çerçevesinde de sürdürülen kampanyalar ve söylemleriyle de dünyaya örnek teşkil etmiştir.

Temel Anlaşma (Consensus) ve Meşruluk

Temel anlaşma, genel anlamıyla, bir toplumda belli bir mesele üzerinde toplum üyelerinin büyük çoğunluğu arasında görüş birliğini ifade eder. Bir siyasal sistemin meşruluğu konusunda anlaşma oranı (consensus oranı) ne derece yüksek olursa, rejim o derece sağlam bir temel üzerine oturmuş demektir.

Siyasal iktidarın meşruluk temeli sorunu, siyaset felsefesi anlamında olduğu kadar, bugün adına siyaset mühendisliği denilen, modern politika bilimi alanında da önemini korumaktadır.

Ancak çağdaş siyasal bilim, meseleye “olması gereken” açısından değil “olan” ı saptamak açısından bakar ve bu nedenle zamanımızda sorunun incelenişi değişik iktidar tiplerinin (siyasal sistemlerin) dayandıkları meşruluk temellerini ya da prensiplerini ortaya çıkarmak amacına yönelir oysa adına siyasal mühendislik denilen insanları yönlendirme ve manüpüle etme anlamındaki modern politika bilimi siyasal iktidarların meşruluk temeli sorununu “olması gereken” şekliyle ele alır ve “olması gereken” şekli tanımlamaya çalışır.

Siyaset mühendisliğinin eğitim ve öğretim alanında herhangi bir okulu yoktur. Bu anlamıyla belirlenmiş bilimsel kıstaslar çerçevesinde hareket etmek ya da bu kıstaslara uyma çabası taşımamaktadır. Siyasal iktidarları meşruluk temeline taşımak adına her türlü imkânı inandırılıcıkları oldukları ölçülerde serbest ve özgür olarak kullanmakta, toplumu yeniden dizayn etmek üzere hareket etmektedirler.

Meşruluk sorunu, siyaset bilimi açısından pratik bir önem taşır. Bir siyasal sistemin sürekliliği, istikrarı ve dayanıklılığı doğrudan doğruya bu sorunla bağlantılıdır.

Onun içindir ki siyasal analizlerde bu kavramla toplumsal mutabakat-temel anlaşma-consensus gibi değişik terimler altında sıkça karşılaşırız.

Meşruluğun çeşitli kaynakları olabilir ve bunlar değişik sınıflamalara tabi tutulabilir. Rejim bakımında önemli olan, halk arasında iktidarın haklı olarak kullanıldığı yolundaki inancın varlığıdır. Bu inancın zayıf ya da kuvvetli oluşuna göre, siyasal rejimler köklü ve istikrarlı veya köksüz ve istikrarsız olurlar.

Bir toplumda yönetilenler kitlesi siyasal iktidara çeşitli nedenlerle itaat edebilirler itaatin birçok motifi olabilir ancak siyasal iktidar bakımından en kuvvetli dayanak hiç şüphesiz ki toplum tarafından benimsenmiş yaygın meşruluk inancıdır.

Son söz: Mühendis demek, mühendisliğin sembolü olan cetvelden daha düzgün insan demektir.