PARİS’TE GECE YARISI

Orijinal Adı: Midnight in Paris
Yönetmen : Woody Allen

Gençlik yıllarımda tanıştığım bu büyük ustanın “200 Yıl Sonra” adlı filmini en az üç dört defa Kalamış’taki yazlık açık hava sinemasının tahta koltukları üzerinde, kahkahalara boğularak seyrettiğimi anımsıyorum.

Bugün ise son filmini heyecan ve hayranlıkla izledikten sonra bu büyük ustanın belki de kendisi için veya peşinden gelecekler için, basit ipuçlarından yola çıkarak bir cinayeti çözen usta polisler gibi, birbiri ardına sıraladığı sanat dünyasının geçmişte olduğu kadar gelecekte de iz bırakacak olan bir çok ismin esintileriyle dolu, sanata gönül vermiş ve eğitimi ise herhangi bir bilim yada ilme sığamayacak kadar uçsuz bucaksız alanlarda dolaşmak zorunda kalanlar için yol gösteren bir deniz feneridir.

Kendine olan özgüveni bir türlü sağlamayan, yazdığı kitabın nasıl olduğu ve neye benzediği konusunda bir karara varamayan karanlık sularda dolaşarak kendisine bir rota tutmaya çalışan denizciler misali, kitabının değerini anlayacak ve ortaya çıkartacak sağlam görüşlere olduğu kadar, özgüvene de ihtiyacı vardır Paris’e nişanlısı ve ailesiyle tatil için gelen kahramanımızın aklında.

Oysa nişanlısının aklında, Paris şehrinin turistlere sunduğu güzelliklerden kısa süre içerisinde yararlanabilmekten başka bir şey yoktur. Kendi anne ve babasıyla geldiği şehri gezip tozma, bol bol alışveriş etme peşindedir.

Kahramanımız, yaşamında yazı konusunda çalışmaları olan fakat önemli bir işe imza atamamanın sıkıntısıyla yazdığı kitabını tamamlayamamakta, yakın çevresindekilerden de gerekli ilgiyi ve desteği bulamamaktadır. Son derece birikimli ve yetkin olmasına rağmen silik şahsiyetler sınıfına dahil olduğundan etrafında bulunan insanlar tarafından da, kendini ortaya koyamadığından bir türlü farkına varılamamış, diğerlerinin yanında gerilerde kalmış, bir başrol oyuncusu değil hep yardımcı rolleri üstlenmiştir.

Paris’te, nişanlısının bir zamanlar hayranlık duyduğu hatta aşık olduğu arkadaşına rastlarlar. Sorbonne’de ders vermek üzere Fransa’ya gelen arkadaşı kendisinin tam tersine, hırslı, kendinden emin ve son derece ukaladır. Üstelik eğitimi, bilgisi ve her konuda ahkam kesebilmesi nedeniyle tam bir snobdur.

Filmin detaylarında görebildiklerimiz sayesinde, bu snob arkadaşlarının önüne çıkan her konuda ahkam kesmesine dayanamayan kahramanımızın çıkışları karşısında nişanlısı, daima ikincil rollerde görmeye alıştığı müstakbel eşini susturmaya çalışmakta ve bilmediği sulara dalmamasını bu işi uzmanı olan hayranlık duyduğu snob arkadaşlarının üstün bilgi ve becerilerine saygı duyması gerektiğini tekrarlayıp durur.

Müstakbel eş, hem nişanlısı hem da ailesi tarafından sürekli ezilmesi ve hakir görülmesine karşı durabilmek için her daim kendisini kanıtlama ihtiyacı içerisindedir fakat ne yazık ki, konumu ile bulunduğu taraf bunu yapabilmesine bir türlü imkan tanımamaktadır.

İçerisinde bulunduğu ruhsal durum ve özgüven eksikliğini yazdığı romanındaki kahramanına öykünerek Paris şehrinin muhteşem görüntüleri içerisinde geçmişe açılan kapıdan girerek, Paris’i Paris yapan edebiyatçısından ressamına, müzisyeninden yönetmenine kadar ne kadar hayranı olduğu sanatçı varsa teker teker her biriyle karşılaşır bu zaman yolculuğunda.

Eserleri ve geride bıraktıkları izleriyle dünyayı değiştiren bu büyük ustaların her birinden aldığı yaşam ve özgüven alanındaki önemli dersler sayesinde kendisinin de şahsiyeti ve kişiliği flu olmaktan arınarak netlik kazanmaya başlar.

Hayata kafa tutmaya başlayan tavırlarıyla nişanlısının karşısına çıkabilecek kadar özgüvenini kazanmıştır. Hatta kendisine yol gösterebilmeyi başarabilecek kadar aşık olacağı bir başka kadını da tanımıştır. Onun sayesinde içerisinde bulunduğu psikolojiyi kavrayabilme ve nişanlısına ve hayata karşı durabilmenin ipuçlarını keşfetmiştir.

Bu ise karşılıklı duran aynalarda yansıyan sonsuz görüntülerdir aslında, nasıl kendisi geçmişe açılan kapıdan geçerek yazdığı romanının öykündüğü kahramanı olarak kendi gerçeğini kavraması gibi, aşık olduğu kadınında zaman içerisinde yapacağı yolculuğunda kendi doğrularına ulaşabilmesini sağlayacak hayranı olduğu ve dünyayı değiştirme görevini üstlenmiş başka zamanlarda yaşayan ustalarla karşılaşmasını sağlayacaktır.

Aynalardaki görüntülerin sonsuzluğunda, Rönesans’a kadar varmak mümkün, ancak usta yönetmenin sunduğu görüntüler bu kadarla kalmakta ve gerisini bizim hayal dünyamıza bırakmaktadır.

Filmi seyretmenin verdiği keyif ve tat yıllar öncesinde olduğu gibi tekrarlandıkça artacaktır benim için.