Kharon, Khrysokeras limanında gemiden indiğinde kendini yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hissetti. Çok zaman geçmişti, gördükleriyle ve yaşadıklarıyla başka bir insan olmuştu sanki. Özlemle döndüğü evinde Minokta’nın olmayışı onu derinden sarsmıştı. Şöyle bir düşündü de; Minokta hangi gün döneceğini nereden bilecekti ki?
Minokta’nın kokusunu duymak ve onu hissedebilmek için giydiklerinden birini burnuna doğru yaklaştırarak gözlerini kapadı ve o anda Minokta’nın yanında olduğunu gördü. Nasıl olduğuna bir anlam veremedi ama olmuştu işte, Minokta yanındaydı ve mavi gözlerindeki derinliklerinin içine dalarak kaybolmuştu. Yüzüne inen tokatla gözleri açıldığında ise bir mumya kadar donuktu.
“Kharon, Kharon, iyi misin? Döneceğin günü bekliyordum, her gün dönmen için Tanrı’ya yakarıyordum ama o kadar zaman geçti ki kendimden şüphe etmeye başladım, kendimi hazırlamaya başladım o kara habere. Yüce Tanrının isteğiyle artık buradasın, yanımdasın, bir kez daha senden ayrı kalmak istemiyorum. Her yataktan kalktığım gün senin için, dönmen için dua ediyor ama ertesi sabaha kadar dönmediğini gördüğümde yüreğim burkuluyordu. Yaşayabilmek için her gün Bayan Federica’nın yanına gidiyor ve yeni resimler, yeni mozaikler tasarlıyordum. Şimdi de onun yanından geliyorum.”
“Bayan Federica mı? Evet, onu hatırlayacağım. Sahi kimdi Bayan Federica?”
“Bunu bana mı soruyorsun Kharon? Neler oldu sana, neler geldi başına?”
“Hiçbir şey, hiçbir şey gelmedi başıma. Ne zaman ayrıldım yanından hatırlamıyorum ama gelirken bir arabacı beni yanına aldı ve onunla birlikte dört bir yöne gittik, uzaklardaki ülkeleri gördük. Kimi varsıl, kimi yoksul, kimi sıcak, kimi soğuk. İnsanları birer köleden farksız, kimi altına, gümüşe, kimi şana şöhrete esir olmuş. Renge, boyaya, fırçaya ve sanatın gücüne inanan çok az insan gördüm. Birde hiçbir şeye inanmayanları, üzerlerinde bir bez parçasından başa bir şeyleri olmayan ve çıplak yaşayan insanları. Galiba en mutlu yaşayanlarda onlardı?”
“Mutlu olmak için çıplak yaşamak gerekmiyor Kharon ama sanat için aynı şeyi söylemem mümkün değil. Sanatın büyük önemini kavradım; dışarıdan gelen baskılara karşı koyabilmek için, yön bulma yeteneğinin ve iç dünyanın ne büyük önemi olduğunu anladım. Sanatın geliştireceği bilincin kendini kabul ettireceğini ve dış çevreyi değiştirmeyi sağlayacağını da öğrendim. Sonra içsel inancın önemini… Ben çalışmalarımızı seviyorum ve bizi ondan kimse ayıramaz.”
“Duygular, görüntüler dünyası ve mitos yardımıyla anlatmaya olan inancımızdan. Düşüncelerimiz ve sanatımız içindeki kadını görenlerin sonunda; kadının iç dünyasına gezinin gerekliliğini fark edeceklerdir. Artık sezgilerime ve onun gücüne inanıyorum. Gittiğim ülkelerde konuşmadığım bir dilde konuşan insanlarla ilişki kurduğum inancı içerisindeydim. Bu sezgilerime dayanan bir kavramdı. Onu şimdi resimlerimde ve yaşantımda daha çok yoğunlaştıracağım.”
“Kendi şansımızı elimizde tutabilmek, her zaman için başkasının bizi yönlendirmesini beklemekten daha mutluluk verici. Kadını seviyor, onun yaşadığını anlıyor ve kişiliğini geliştirme çabasını izliyorum. Bayan Federica bana çok şey öğretti ve ondan öğrendiklerimin gelişmeme hizmet etmesi için onları kendi kimliğimin ve inançlarımın bir onaylamasına dönüştürmesini de öğrendim.”
“Seninle birlikte olmak ne büyük mutlulukmuş, buna sahip olamamanın insanı ne hale getirdiğini gördüm. Bu insan bana çok şey gösterdi ve senin saçlarına takmam için bana bir bant verdi. Eğil de senin ipek kadar ince ve narin, tüy kadar yumuşak saçlarına takayım. Bir gün gelecek, bütün kadınlar saçlarını gizlemekten çekinmeyecekler.”
“Kadınlar, hayatlarının her döneminde kendisine karşı olan önyargılar ile savaşmak zorunda kalmışlardır. Onları yıkıp dökmek için kör öfke ve kin etkili silahlar değildir. Çoğunlukla kendimize zarar veririz öfkeyle. Önyargının problemlerini, erkeğin oluşturduğu hiçbir sistemle çözmek mümkün değil, o halde kendi içimizde erişeceğimiz her nokta, bizim dış gerçeklerimizi değiştirmemize yardım edecektir.”
“O halde değişimin çağrısına kulak verelim; yaratılmış ve inanılmış gerçeğin tek doğru olmadığını eserlerimiz yardımıyla ortaya koyalım.”
“Yeni bir anlayışla, yeni eserler yaratmak için çalışalım Kharon ve esirgemeyelim kibirli bakışlardan sanatımızı.”
“Bir kaç seramik vazo ressamı tanımıştım. Onları sende biliyorsun, çalışmalarından örnek alarak bazı denemeler yapmıştık. Yani seramiğin ne olduğunu ve nasıl yapıldığını biliyoruz ama fazla bilmediğimiz çini denilen başka bir şekli var. Yolculuğum sırasında görerek hayran kaldığım çini mozaikler. Anatolia’ya özgü bu çini dekorlar mimarinin temel unsurlarından biri. Geometrik ve bitkisel desenli süslemelerle simetri esasına dayanan sonsuzluğu çağrıştıran bir sanat. Geometrik motifler birbirini kesen veya bağlanan girift örgülü açık ve kapalı sistemler halinde kullanılmakta. Bütün sistemlerde sonsuzluk prensibi hakim. Geometrik mozaik çinilerde örgülü geçmelerin merkezinde yıldız bulunmakta ve merkezden idare edilen bir kainatı temsil etmekte. Bizdeki yapılarda çini mozaikler yalnızca bir yüzeyi kaplarken, bu kaplama onlarda kubbeye kadar sürdürülmüş, böylece Seljuk mimarisinde çininin, bütün bir yapıyı bir renk cümbüşü içinde kuşattığı yeni bir süsleme sanatı oluşturulmuş. Mozaik çini, çini levhanın pişmeden önce küçük parçalara bölünmesiyle hazırlanmakta, çini mozaik tekniğiyle, yapıların iç ve dışlarında, düz ya da eğik yüzeyler kaplanmakta. İşte sana yeni bir anlayış ve yeni bir alan açacak mozaik yapımı.”
“Yarından tezi yok bu işin ustalarını bulalım Kharon ve hemen yeni yapacağım mozaiklerde kullanalım.”
Gözleri bir mumyanın ki kadar donuk olan Kharon, şimdi gözlerinde parlayan ışıkla Minokta’ya bakıyor ve ondaki sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü ve sevgiyle karışmış olan bakışlarındaki coşkuyu görebiliyordu.
Bu coşkuyla dolarak yaratacağı çini mozaikler, Minokta’nın ruhundaki yücelişin de muştusu olmuştu.
Topraktan elde edilen çiniler Minokta’nın ellerinde, ona bu kadar uysallıkla boyun eğmemiş, o ellerde bu denli biçimden biçime girmemişti.
Bizantion’lu seramik ve çini ustaları, sanatın antik geleneğini sürekli muhafaza etmişler, killi kumla karışık kırmızı kil, bazen beyazımtırak olmuştu. Bunların yapımına külün girdiği beyaz bir malzeme kullanıyorlar böylece beyaz, killi, yoğrulabilir bir madde elde ediyorlardı.
Piştikçe beyazlaşan ve çamura esneklik veren maddelerin karışımından meydana gelen çiniler, çeşitli renk ve motiflerle süslendikten sonra sırlanarak ikinci kez fırınlanıp kullanılabilir hale geliyordu. Minokta, kısa sürede öğrendiği çini yapımına ait özellikleri kullanarak yaratacağı mozaiklerdeki kadın imgesinin, kararlı ve dik duruşundaki ödünsüzlüğe kavuşması için seçimini çoktan yapmıştı.
O isim ise, Bizans’ın en güzel kadını olarak adlandırılan Theodora’ydı. Bir İmparatoru etkileyecek kadar güçlü ve güzel olan bu kadın, aynı zamanda bir dansçıydı. Roma yasalarının ve devlet yetkililerinin aktrislerle evlenmesini yasaklıyor olmasından dolayı Justinianus ile evlenemedi.
Fakat Justinianus, amcası İmparator I. Justin’in tahtının varisi olduğundan, eşi İmparatoriçe Euphemia, her ne kadar yeğenini sevse de bu evliliğe karşı çıktı. Justinianos, Theodora’ya olan büyük aşkından hiç vaz geçmedi ve İmparatoriçenin ölümünün hemen ardından bu yasağı ortadan kaldırarak Theodora ile evlendi.
Justinianus ile olan evliliğinden sonra Theodora da, Bizantion’un İmparatoriçesi oldu. Altın devrini yaşayan İmparatorluk, en kanlı ayaklanmalarından olan Nika ayaklanmasını başladığında, hipodromdaki araba yarışında Maviler ve Yeşillerin İmparatora ve devlete karşı birleşip “Nika!, Nika! Nika!” diye bağırıp alkış tuttular. Kalabalık önce Justinianus’a hakaretler etmeye daha sonra da saraya saldırmaya başladı. 5 gün süren kuşatma şehre ciddi zararlar verdi.
Kargaşanın sebep olduğu yangın Azize Sofia Kilisesinin de hasar görmesine yol açtı. İsyancılar, eski imparator I. Anastasios’un yeğeni Hypatius’u yeni imparator ilan ettiler. Kalabalığı durduramayan Justinianus, kaçmak için hazırlıklara başlamıştı. Gücünü de, güzelliği kadar ortaya çıkaracak olan Theodora, saraydan kaçma fikrine karşı ünlü konuşmasını yaptı:
“Efendilerim, içinde bulunduğumuz durum, bir kadının, erkekler konseyinde konuşma hakkının olmadığı âdetine uyamayacak kadar ciddidir.
Hayatları bu denli tehlikeli bir tehdit içindekiler, gelenekleri bırakıp en akıllıca hareket tarzını düşünmelidirler. Bu dünyada doğan birinin ölmemesi imkânsızdır. Fakat hüküm süren birinin kaçak yaşaması kesinlikle kabul edilemez. Eğer kendini kurtarmak istiyorsan efendim, önünde hiçbir zorluk yok. Zenginiz, deniz hemen orada, gemilerin de hazır. Ama güvenli bir yere gitsen bile, bir gün kendine sormayacak mısın keşke kalsaydım diye. Bana gelince, ben kraliyet morunun en asil kefen olduğu sözünü savunuyorum.”
Theodora’nın bu kararlı konuşması, Justinianus dahil herkesi ikna etmişti. Sonuç olarak Justinianus, komutan Mundus ve Belisarius önderliğindeki kraliyet askerlerini isyancıları bastırmak için kullandı.
Kendi isteğiyle İmparator ilan edilmemiş olmasına rağmen, Hypatius da Theodora’nın ısrarı üzerine öldürüldü. Justinianus, tahtını onun sayesinde kurtarabildi, bu olay Theodora’nın gücünün ve zekâsının bir kanıtı oldu.
Theodora, Justinianus’un verdiği hukuki ve dini kararlar üzerinde de etkili oldu. Zorla fahişelik yaptırmayı yasaklayan bir yasa çıkarttı ve hatta bu niyetle satılan kızları satın alıp, özgür bırakarak onlara yeni bir hayat sundu. Genelevleri kapatarak, kadın pazarlamayı yasakladı. Aynı zamanda boşanma ve mülk sahibi olma konularında kadınların lehine haklar geliştirdi, tecavüz için ölüm cezası getirdi. Ve Justinianus, Theodora’nın ölümünden sonra kimseyle evlenmedi.
İmparatorluğun geçmişindeki güçlü ve kararlı tutumu ile tarihe geçmiş olan Theodora’nın ünü, onun dansçılığı sayesinde olmuştu. Danslarına örnek aldığı kara kuğunun zarafeti, Minokta’nın yapacağı çini mozaiğinde zarafeti olacaktı.
Gece tanrıçası Nyks’in kızı Nemesis’e, Zeus tutulur, ama Nemesis tanrıdan kaçmak için bin bir biçime girerek, sonunda bir kaz olur. Zeus’un da kuğu kuşu biçimine girerek onunla birleştiğine dair öykü, Minokta’nın da Theodora’yı resmedeceği mozaiğin öncüsü olur.
Kadınların belki de en büyük korkularından biri, erkeğin cinsel saldırganlığına maruz kalmaktı. Ve o günlerde azımsanmayacak kadar benzeri olaylar kadınların başına gelmekteydi ve kulaktan kulağa yayılan söylentilerle de söz konusu korkular körüklenmekteydi.
Minokta, kurban durumundaki kadının yaşadığı travma ile güzel ve güçlü bir kadının duruşundaki mağruriyeti anlatabilecek olan en iyi seçimi yaptığına dair kararını vermişti.
Dökülecek olan çiniler, kalıplarını hazırladığı parçalara uygun olarak kesilerek, renklerine göre boyanacak ve fırınlanarak ve son halini alacaktı.
Renklerine göre ayrılan çini mozaik parçalar ise, resmin tamamını oluşturacak şablona göre dizildikten sonra, yapay olarak hazırlanmış zemin üzerindeki yatak harcına sırasıyla yerleştirilerek tablo tamamlanacaktı.
Eserindeki konuyu ve tüm ayrıntıları, yapım aşamasına kadar hassasiyetle tasarlayan Minokta, öncekilerde olduğu gibi Bayan Federica’nın isteği doğrultusunda oluşturduğu ve diğerleri gibi insanları kendisine çekecek olan şaheserini, Floransa’nın Ravenna limanında bulunan, San Vitale Bazilikasında ki yerleştirileceği alana konmak üzere Konstantinopolis’ten bir gemiyle gönderecekti.
San Vitale Bazilikasının mozaik ve fresklerinden başka, sahip bulunduğu tablolar ile diğer sanat eserleri, dinsel içerikli oldukları kadar, din dışı konuları da kapsadığından, Bayan Federica’nın gönderdiği “Leda ve Kuğu” adlı mozaiği de koleksiyonuna katmaktan çekinmemişti.
Bu kez, eseri götürmek üzere emanet edilen kişi Kharon olmayacaktı. Yaptığı uzun bir yolculuğun ardından, bu görevi kaldırmayacak kadar yorgun düşmüştü. Aslında Kharon, kendisini güçsüz hissediyordu ama bunu Minokta’ya belli etmemeye çalışıyordu. Göğsündeki ağrılar onu rahatsız etmekteyse de fazlaca aldırış etmiyor ve geçeceğine inanıyordu. Henüz o kadar da yaşlanmamıştı. Saçları, sakalları hafifçe ağarmış olsa bile yaşlılığı kendine bir türlü yediremiyordu.
Bayan Federica’nın desteği ve kendi çabaları sayesinde, Floransa kentine gönderdikleri çini mozaik tablonun yakaladığı büyük başarının ardından, çalışmalarına verecekleri yönü de seçmişlerdi. Mozaik sanatına kattıkları yenilik, kolay ve her yüzeye uygulanabilir bir tekniği içerse de, asıl olarak çini plakaların ışığı yansıtması ve tabloya sağladığı bütünlüktü. Bir diğer yanı da çini plakaların yüzeylerinde desen yaratabilme olanağı sunmasıydı. Geometrik ya da natürel desenli parçaların yan yana getirilerek geniş alanlara uygulanabilirliği veya pano özelliği taşıyan büyüklükteki resimlerin çini karolar yardımıyla yapılabilir olmasıydı.
Minokta, çini mozaik tekniğini, kadınlarda ışığın gücünü, erkeklerde karanlığın gücünü cisimleştirme algısına uyum sağlayan yapısıyla seçmişti.
Bir yapının tüm yüzeyinin çini karolarla kaplanması fikri mimari açıdan da büyük bir yenilik demekti. İç ya da dış yüzeylerde kolay uygulanabilirliği ve sanatsal etkileriyle önlerinde yepyeni bir alan açmışlardı.
Ancak bu işin zorlukları yok muydu? Sürdürülebilirliğini nasıl sağlanacaktı? Yeni başladıkları çalışmalarını çini imalathaneleri aracılığıyla tamamlayabilmişlerdi ama onların işi zaten başlarından aşkındı ve özel istekleri yerine getirmeye hiçte hevesli değillerdi. Tüm zorluklara rağmen aşılamayacak ölçülerde olmadığını görüyorlar ve Bayan Federica’nın sağlayacağı katkılar sayesinde üstesinden geleceklerini düşünüyorlardı. Onunda bu işin değerini kavradığını; ilk eserlerini Floransa’ya göndermesinden anlamışlardı. Sonunda aynı düşüncede buluştular. Bayan Federica’nın çevresi ile sağladığı etkin ilişkiler çerçevesinde, kentin uzağında faaliyet gösteren bir çini imalathanesinde çalışmalarını yürütebilme olanağına kavuşmuşlardı. Bunun hakkını vermeliydiler.