KARAKÖY İSKELESİ

Karaköy İskelesi

Karaköy İskelesi

Şehir hatları vapurlarının çalışmaya başladığı yıllardan beri var olan Karaköy İskelesi, günümüze kadar farklı şekillerde gelmiş. Karaköy’e yaptırılan iskelelerden birinin yan yattığı, birinin de yandığı ifade edilirken, en son 21 Kasım 2008 tarihinde sulara gömülen iskele, 1984 yılında hizmete girmişti.
Yüzyılın başından beri kullanılan eski iskelenin yerine, Haliç Tersanesi’nde inşa edilen ve kalın zincirlerle hem Köprü’ye, hem de baş tarafından dibe oturtulan beton bloklara tespit edilen yenisiyle, 2 Ekim 1936 tarihinde değiştirildi. O yıllarda; “Avrupa’da bile emsaline nadir tesadüf olunan, her türlü konfor ve tekemmülata haiz, yepyeni ve modern bir deniz istasyonu” olarak lanse edilmişti. Alt katı vapurlara ayrılmıştı. Üst katında ise İdare’nin enspektörlük binaları bulunmaktaydı. Sol tarafı Haydarpaşa, sağ tarafı ise Kadıköy vapurlarının yanaşması için ayrılmıştı. Taşıyıcı dubalarının iyice eskimesi üzerine, 1958’de kullanıma kapatıldı ve bir süre sonra da çürüyen dubaları su alarak, iskele yan yattı. Vapurlar, geçici olarak Köprü üzerindeki Adalar iskelesinden kalkmaya başladılar. 18 Aralık 1958’de batık iskele Haliç Tersanesi’ne çekildi. Birkaç ay içinde alelacele yenisi yaptırıldı. Bu kez köprüye dik olarak değil, Karaköy Rıhtımı’na dik olarak (günümüzde kullanılan şekliyle), Kefeli Han’ın önüne sabitlendi. Bu yeni iskele de, 1 Mart 1966 günü, iki Sovyet tankerinin liman ağzında çarpışmaları sonucunda denize dökülen mazotun alev alması ile yanına bağlamış olan “Kadıköy” vapuruyla birlikte yanarak hizmet dışı kaldı. Hızlı bir şekilde onarılarak 16 Mart 1966’da yeniden hizmete girdi. Yenilenen iskele, yüzer duba şeklinde çelik konstrüksiyondan inşa edilmişti. 8 Ekim 1984’de ise, bugün de kullanılmakta olan yenisi hizmete girdi. Eskisi ise Ocak 1986’da Harem’e bağlandı ve hizmet binası olarak kullanılmaya başlandı.
Günümüzde kullanılan iskele, 1984 İstinye Tersanesi yapımı ve çelik konstrüksiyon tipindeydi. 81 metre uzunluğunda ve 26.5 metre genişliğindeki iskele, 9 sac duba üzerinde duruyordu. Altı adet kalın zincirle rıhtıma bağlı olan iskele, aynı zamanda baş tarafından da 8 adet büyük çapa ile dibe demirliydi. Sekiz gişesi ve 12 turnikesi bulunan iskelenin içinde gazete bayileri ile bir de sergi salonu vardı. Üst katı; Teknik Baş Enspektörlük, İskele ve Hareket Baş Enspektörlükleri bürolarına ayrılan iskelenin önündeki su derinliği 6.5 metre olarak ölçülmüştü.

Bu iskelenin de ömrü çok uzun olmadı ve 25 yıl gibi bir süre içerisinde 21 Kasım 2008 tarihinde aniden sulara gömüldü.

Okumaya devam et

ANISH KAPOOR

anish_kapoor

Anish Kapoor

GELECEĞİN ŞEKİLLENMESİ

Dünya üzerinde başlayan yaşam sürecinde doğa, mikro boyutlardan, devasa boyutlara uzanan milyonlarca yıllık gelişimin neticesinde, akılla donattığı insan varlığı ya da “Akıllı bilge” anlamına gelen homo sapiens, günümüzden 250.000 yıl öncesi ile 400.000 yıl öncesinin ikinci Buzul Çağı arasında bir dönemde, homo erectus’tan, homo sapiens’e doğru geçişi ile birlikte, insanın beyin hacminde ve taş alet teknolojisinin gelişiminde büyük bir patlama yaşanmıştır.

Bu gelişimin en önemli unsurları arasında da insanlığa doğru evrimin yolunu açan ve diğerlerini geride bırakarak yoluna devam etmesini sağlayan ve diğer canlı türlerinden en önemli farkı olan “Baş Parmak” ın oluşumu ile iki ayağı üzerinde durabilmesidir.

Cesar Balaccini'ye ait Baş Parmak heykeli

İnsanlığın gelişimini, akılla birlikte kullanarak sağlayan “Baş Parmak” alet kullanabilmenin ana sebebidir.

Okumaya devam et

HALİÇ’E YENİ KÖPRÜ

Günde bir milyon insanın geçeceği Haliç Metro Geçiş Köprüsü açılmak için gün sayarken, bir yandan devam eden alt yapı çalışmaları, bir yandan uluslararası işbirliği çerçevesinde hizmete başlayan “Marmaray” adı verilen İstanbul Boğazının iki yakasını birbirine bağlayan tüp geçiş ve yapımı devam eden pek çok projelerle başımız dönmüş durumda.

Haliç'te yapılan yeni köprü

Haliç’te yapılan yeni köprü

Nereye bakarsak karşımıza çıkan yeni bir proje ile geçmişi geleceğe bağlamaya çalışma arzusunun hızını görmek mümkün. Önümüzdeki günlerde, İstanbul’a yeni havalimanı, 3. Köprü, Çamlıca Tepesine Cami, Kanal İstanbul gibi dev boyutlu yatırım projelerine, Boğaza teleferik gibi bir yenisi daha eklenecek.

800px-Emirates_Air_Line_towers_24_May_2012

Yakında İstanbul Boğazında bir benzerini göreceğimiz Londra’da ki Emirates Air Line towers

Tüm bu projelerin yapım aşamalarında, bilim tarihine geçecek yepyeni olgular da ortaya çıkmış durumda. Örneğin İstanbul’un arkeolojik tarihinde ilk yerleşimlerin M.Ö 8.000-8.500’lü yıllara kadar gittiği tespit edildi. Ortaya çıkartılan kalıntılar sayesinde geçmişin izlerine yeniden ulaşıldı ve tarih adeta yeniden yazılabilecek kadar İstanbul şehrinin derinliklerine inildi.

marmaray-8500-yil-geriye-goturdu

Marmaray’da gün ışığına çıkartılan batık

İstanbul şehri bilindiği üzere, kuruluşundan bu yana dünya üzerinde tarih açısından önemli bir şehir ancak bu şehre gereken önemi veren iki tarihi şahsiyet mevcut. İlki şehrin kurucusu olan Büyük Constantinus, ikincisi ise bu şehri fetheden Fatih Sultan Mehmet.

İstanbul şehrinin kurucusu olan Büyük Constantinus’ tan bu yana, şehre yapılanların tarihi yazılacak olsa, kimileri katkıları, kimileride yıkımları, talanları, imhaları ve geçmişi yok eden imajlarıyla anılacaklardır.

Günümüzde de, yapılanları ve yapılmak istenilenleri göz önüne alacak olursak, üzerinde durmamız gereken, sekiz bin beş yüzyıllık bir tarihe sahip olan bu şehrin üzerinde gelecekte yaşayacak olanlara, neleri ve ne şekilde miras bıraktığımızı gözden geçirmemiz gerekecektir.

Bunun için gözlerimizi bir zaman öncesine çevirmekte yarar var. Bize geçmişten neler ve ne şekilde miras bırakıldı. Bunu görebilmek için etrafımıza bakabilmek yeterli, İstanbul’da yaşayan herhangi birisi, Boğazın bir yakasından kafasını kaldırıp sağa sola bakacak olursa karşılaşacağı manzara ve karşılaşacağı İstanbul siluetinde, Ayasofya’nın ihtişamından, Topkapı’daki kudrete, Dolmabahçe’nin zarafetinden, Süleymaniye’nin inceliğine, Sultan Ahmet’in boy ölçüşürlüğünden, Kız kulesinin öyküsüne kadar göreceklerinin karşısında etkilenmemesi herhalde mümkün olmayacaktır.Bu etkilenmenin boyutu da, İstanbul şehrinin tarihinden gelen derinliktir.

Dünya üzerinde bu derinlikte tarihi bulunan birkaç şehri sayabilmek mümkündür herhalde. Büyüklükleri veya nüfus yoğunluğundan öteye tarihsel kökleri açısından bakacak olursak, yakın coğrafyada bu sıralamaya girebilecek olanlar içerisinde İstanbul önde gelen birkaç şehirden birisi olabilmenin haklı gururunu taşır.

Batmakta olan Venedik yüz binlerce turistin uğrak noktası olsa da, Ayasofya’yı görmeye gelen turistler, bizlere bu coğrafyada yaşananların izlerini her an anımsatacaklardır.

Tarihin izlerini bağrında taşıyan böylesine büyük bir geçmişe sahip İstanbul şehrine yapılması düşünülen her türlü yapının, bu şehrin görkemli geçmişine yakışan bir şekilde tasarlanması ve inşa edilmesi gerekir.

Sıradan, geçmişle hiçbir uyum sağlamayan, günümüzdeki baş döndürücü hıza uyumsal bir yakınlık kuran projelerin yaşam şansları ve geleceğe bırakıt olarak göz önüne alınacak hiçbir değeri yoktur.

Altın Boynuz'da yeni köprü

Altın Boynuz’da yeni köprü

Bu bağlamda Haliç’te geçmişteki “Altın Boynuz” da yapılan yeni köprünün, geçmişten geleceğe taşıyabileceği hiçbir değer olmadığı gibi günümüz İstanbul’un dan da geleceğe taşıyacağı hiçbir değeri yoktur.

İstanbul’da pek çok mimari projeye imza atmış olanlar, gelecekte birer müteahhit olmaktan öteye anımsanmayacaklardır ama hiç kimse çıkıp Mimar Sinan’da bir müteahhitti diyemeyecektir.

İstanbul'da ki mimari değerler

İstanbul’un mimari değerleri

Dünya üzerindeki önemli şehirlerin, önemli olmalarının simgeleri haline gelmesini sağlayan yapıtlar vardır hatta bunların bazıları öylesine bir nitelik kazanmıştır ki, adları “dünya harikaları” olarak anılmaktadır. Bunlara bir benzerlik kurabilmeleri bakımından, bazılarına dünyanın 8. harikası denilmekte ya da öyle gösterilmeye çalışılmaktadır.

Tarih içerisinde, bu benzetmeyi hak edecek olanlar elbette ortaya çıkacaktır. İnsanlık adına, uluslararası örgütlerce koruma altına alınan böylesine büyük değerleri barındıran şehirler, doğal alanlar, yapılar ve benzerlerinin korunmasına çalışılmasının tek nedeni, geleceğe miras olarak bırakılacak insanlığın yarattığı ortak değerlerin tümüdür.

Dünyaya, insanlık adına geçmişten geleceğe doğru miras olarak bırakılabilecek, gelecekte bir kentin, bir ülkenin, bir coğrafyanın simgeleri haline gelecek olan önemli yapıtlar, sadece bir karar organının vereceği idari bir kararla saptanmaması gerekir. Bu anlamda ki yapıtlar, onu görebilecek olan tüm insanların beğenisine açık olacak şekilde proje haline getirilerek dünyaya ve insanlığa armağan edilmelidir.

Ben yaptım oldu mantığı ne yazık ki, geleceğe bırakılacak zengin bir mirası içermemekte, aksine istenmeyen kötü bir miras olarak tarihe geçmenin mantığı haline gelmektedir.

HASTANENİN BOĞAZ MANZARASI

Yıllardır, oynanan imar oyunları, anlamsız AVM (Alış Veriş Merkezi) inşaatlarına, doğayı katleden, geleceği yok edecek olan sözde medeniyet ve çağdaşlaşma adına yürütülen HES (Hidroelektrik Santralleri) ve akla gelen dünyayı ürkütecek olan diğer projelere karşı çıkarak, durduğu yeri vasıflarıyla korumaya çalışan değerli bir insanımızı geçtiğimiz gün kaybettik.

Mimarlar Odası Genel Başkanlığı da yapmış olan Oktay Ekinci, yazdığı kitapları, aldığı ödülleri ve savunduğu fikirleriyle her zaman bulunduğu yeri koruyacaktır.

Onun ardından mesleğine ve dünyaya bakışını anlatabilecek olan şu cümleler herhalde pek çok meslektaşına ders olacak niteliktedir.

Oktay Ekinci yüksek tansiyon nedeniyle geçirdiği beyin kanamasının ardından İstanbul’daki Alman Hastanesinin nöroloji servisine kaldırılır.

Hastane odasından yazdığı son yazısı şöyledir:

“Bu bayramı hastanede karşılamak hatta hastanede geçirmek nasip oldu. Şükürler olsun böylede nasip olmayabilirdi. Alman Hastanesinin nöroloji servisi, beni acil servisten yoğun bakıma alıp, yüksek tansiyon darbesiyle kanayan beynime el koydu. Doktorun ifadesine göre tehlikeyi ucuz atlatmışım.

Alman Hastanesi nöroloji kliniğinin güler yüzlü şefi Uz. Dr. Melahat Eser dedi ki; ‘Dün sizi yoğun bakımdan buraya, hastanenin en güzel, Boğaziçi manzaralı odasına aldık.’

‘Sağ olun dedim’ o güven veren gözlere bakarak ve ekledim; Biliyor musunuz, bu manzaranın bozulmaması için ben bir ömür verdim.”

13. İSTANBUL BİENALİ (DURAN OTOBÜS)

13.İstanbul Bienal tabelası

13.İstanbul Bienal tabelası

13.İstanbul Bienali, “Anne ben barbar mıyım?” başlığıyla gerçekleştiriliyor.

Politik bir forum olarak kamusal alan fikrine odaklanan, sanat ve edebiyat (özellikle şiir) ilişkisini merkeze alıyor. Aynı zamanda “barbar” terimiyle, “öteki”leri anlamak için öğrenmemiz gereken veya “gelecek dünya”yı anlamlandırabilmek için keşfetmek zorunda olduğumuz yeni ve bilinmedik dillere işaret ediyor. Başka bir açıdan da toplumdışı, kanundışı, sistemi kıran veya değiştirmeyi hedefleyenlerin dilleri: münzevilerin, serserilerin, haydutların, anarşistlerin, devrimci, şair ya da sanatçıların.

Duran Otobüs

Duran Otobüs

Sergi sanat aracılığıyla “kamusallık” kavramını yeniden düşünme imkânı yaratmayı, yeni düşünce ve hayal gücü kanalları açmayı ve kamusal bir buluşma ve tartışma zemininin yaratılmasına katkıda bulunmayı hedefliyor.

Bienalde bu yıl farklı kuşaklar ve çeşitli coğrafyalardan 88 sanatçı ve sanatçı grubunun barbarlıkla uygarlık, doğayla kültür, tekille evrensel, özneyle toplumsal olan ve rastlantısallıkla düzen arasındaki ilişkiyi yeni ve bilinmedik diller ortaya koyarak sorunsallaştıran sanat pratiklerine ve bu ilişkileri görsel olarak katmanlandırarak dilsel ve düşünsel süreçleri duygusal deneyimle birlikte açan işlerine öncelik verildi.

13. İstanbul Bienali kamusal alanın toplumsal mücadeleler, sanat ve siyaset açısından gücüne odaklanıyor. Kendisi de doğrudan bir kamusal alan yaratmayı, dolayısıyla da, herkese ulaşabilmeyi amaçlamakta.

Ne sanat, ne de sanatsal etkinlikler, üretildikleri yer ve bağlamın toplumsal, ekonomik ve kültürel dinamiklerinden ayrı düşünülemez: Türkiye, bu yaz, tarihinde bir dönüm noktası oluşturan gelişmelere tanık oldu; bu da serginin dönüştürücü müzakere ve düşünce alanlarını mümkün kılacak yeni bir dil ve yeni bir dünya tahayyülüyle örtüştü. Bienal, neoliberal politikaların ve onlara her daim eşlik eden baskıcı anlayışın ekonomik, sosyal, kültürel ve ekolojik alanda özgürlükçü talepleri karşılamadığı bir dünyada, kolektif bir hayal gücüne işaret ediyor.

Park As Platform: Gezi

Bienal, ifade özgürlüğünü ve özgür düşünceyi savunuyor, bienal formatı ise her türlü mikro ve makro iktidar yapısının karşısında direnme alanları yaratma potansiyeli taşıyor.

13.İstanbul Bienali

Bienalin şekillendirmeye çalıştığı ya da uyandırmaya çalıştığı ana fikir çerçevesinde,  kentlerimizin bu gününü ve geleceğini tayin edecek kararların alınması sürecinde muhalefeti ve müzakereyi destekleyecek bir alan açmayı hedefleyen, etrafımızdaki her şeyin canlandığı, kendine geldiği ve yeni bir bilinç kazandığı bu benzersiz günlerde Maider Lopez* şöyle demiş: “Bir grup meydana geldiğinde ve kendi kendine örgütlenme kolektif yollar yarattığında eyleme geçmek daha kolaydır.”

*1975 San Sebastian, Bask bölgesi İspanya’da doğdu. İspanya’da yaşıyor ve çalışıyor.

13.İstanbul Bienali

Benzer bir biçimde serginin otoban ve bulvarlarını, sanat dünyasının kendisini, içinde bulunduğu yapıları sorgulayarak, sanat ve sermaye ilişkisini ve küresel kapitalizm eleştirisiyle birlikte okuyan, alternatif ekonomiler ve ortak üretim ile paylaşım üzerine düşünen çalışmalar oluşturdu. Geleceğe ilişkin olarak ortak imgelerimizi belirleyen ütopya ve distopya ise ara sokakları işgal etti.

Bu sergi, hemen gerçekleşecek bir değişimin aygıtı değil, düşünceyi açan bir süreç ve her şeyin ötesinde “barbar” tarafından imlenen yeni özellikleri deneyimlemenin bir yolu olarak anlaşılması gerektiğini söylemekteler Bienalin direktör ve kuratörü.

Yukarıdaki yazı Bienal’e ait “rehber” den alıntılanmış olup, Bienalin ana fikrini özetleyen bu alıntıyla “İstanbul Modern” Antrepo No.3 girişinde durmakta olan bir otobüs, sanki Bienalin katılımcılarına, izleyicilerine bir şeyler anımsatmak istercesine beklemekteydi.

“Duran Adam” olarak ün salan performans sanatçısı ve koreograf Erdem Gündüz’e de Bineal’de rastlamak mümkün. Gündüz, Atatürk Kültür Merkezi’nin önündeki durma eylemi ile öfkeli Türk vatandaşları için yeni bir protesto biçimi geliştirmiş ve yeni bir siyasi platform oluşturmuştu. Bienal’de tartışmalara katılan ve Gezi Parkı’nda gördüğü insanları anlatan Gündüz, “Sanat, gerçek hayatın çok da uzağında değil. Tıpkı ‘Duran Adam’ gibi. İnsanlar eylem sonrası sanatın ne kadar önemli olduğunu kavradı, zira bir adam bir şey yaptı ve o kişi bir sanatçıydı” demekte.

İnsanlarımıza ve tüm dünyadaki insanlara önemli mesajların verilmeye çalışıldığı 13.İstanbul Bienali’ne ait manifesto üslubunda kaleme alınan bildirilerde görülen ve anlatılmaya çalışılanlar, ülkemizde yıllar öncesinde tüm gerçekliğiyle izlenmiş ve yaşanmıştı.

Duran Otobüs

Şimdi, Bienalin girişinde durmakta olan otobüs, yukarıda söylenilenleri sanki işitiyor ve yıllar öncesinde onların, kendisi hakkında neler dediklerini anımsıyor gibiydi…

Meraklısına Not:

Daha önceleri Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği gibi kuruluşlarda bir araya gelen büyük sermaye çevreleri, bağımsız hareket edememek ve hükümete karşı etkili bir güç oluşturamadıkları gerekçesiyle bir derneğin etrafında birleşmeye karar verdiler. 1960’lı yıllarda sendikal hareketlerle sol kesimin siyasi açıdan güçlenmesi ve 12 Mart Muhtırası örgütün kurulmasını hızlandırıcı etkenler oldu. 12 önde gelen sanayicinin 2 Nisan 1971’de verdiği imza sonucunda, hükümet örgütün kuruluşunu 20 Mayıs 1971’de resmen kabul etti.

TÜSİAD başlangıçta siyasi açıdan fazla etkili olmamasına rağmen, 1970’lerin sonlarına doğru ekonomik ve politik anlamda gittikçe güç kazandı. 15 Mayıs 1979’da gazetelerde başlattığı ilan kampanyası sonucu Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümetin düşmesinde önemli rol oynadı. Ondan sonra kurulan Süleyman Demirel başkanlığındaki azınlık hükümetine de destek vererek, 24 Ocak Kararlarının alınmasında kilit rol oynadı.

1995 genel seçimlerinde Refah Partisi’nin (RP) birinci olması üzerine Anavatan Partisi (ANAP) – Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyonunun oluşmasını destekledi.