HİÇ KULLANILAMAYAN İTALYAN SEFARETHANESİ

Bu yazımız, günümüzde Maçka Caddesi üzerinde yer alan ve “Maçka Akif Tuncel Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi” olarak kullanılan yapı hakkında.

İstanbul’daki ilk İtalyan sefarethanesi, bugün Tepebaşı’nda “Casa d’İtalia” yani “İtalya Evi” olarak kültür sarayının bulunduğu binadır. Daha önceleri Avusturya-Macaristan sefarethanesi olarak kullanılan bu bina, 1910’larda İtalyan hükümeti tarafından kiralanmış ve uzun müddet İtalyan sefarethanesi olarak kullanılmıştı. Bina, o tarihte “Venedik Sarayı” olarak adlandırılıyor ve İtalyan sefiri tarafından kışlık bina olarak kullanılıyordu. Bu sırada İstanbul’da İtalya’ya ait olan Tarabya’daki muhteşem yazlık sarayın yanı sıra bir de Maçka’da kışlık sefarethanenin yapımına başlanmış, projesini de devrin ünlü İtalyan mimarlarından Giulio Mongeri hazırlamıştı. Okumaya devam et

BİR TREN YOLU ÖYKÜSÜ

Anılarda kalan güzel günlerin, eski tren yolu hattı gibi sökülüp bir kenara atıldığının resmidir.

Annelerinin eve dönmesini bekleyen iki çocuk, kapının eşiğindeki basamağın üzerine tebeşirle çizdikleri yola koydukları çakıl taşları ile düğmeleri, bakla falına bakan Çingene kadının elindeki rengi kararıp kuruyan bakla tanelerini önüne açtığı beze dizdiği gibi iteleyip duruyorlardı.

Çakıl taşları yoldaki araçları, düğmeler ise trenleri anlatıyordu. Okumaya devam et

RÜYA

 

Yataktan doğrulup, gözlerini yeni güne açtığı anda, gördüğü rüya devam etmekteydi. Uykusundan uyanıp, uyanmadığını kestiremiyordu. Başucunda duran cep telefonuna doğru uzandı, eliyle bir iki yokladı ama yerinde değildi. Yine nereye gitti bu telefon diye düşünmeye başladı. Oysa akşam yatarken başucuna koymuştu. Sabah erken kalkacağı için alarmı da kurmuştu. Henüz çalmamıştı, peki ya o zaman nasıl uyanmıştı?
Gördüğü rüyayı anımsamaya çalıştı. Yıllarca yatıp kalkıp hep aynı rüyayı görmüştü. Her anı beyninin kıvrımlarında yer etmişti. Aynı filmi defalarca görmek gibi bütün kareler belleğindeydi. Tüm benliğinin oluşması bu rüyanın eseriydi. Tekrar tekrar başa dönüp aynı rüyayı defalarca görmekten hiç hoşnutsuzluk duymamış, aksine her seferinde değişik bir haz almıştı.
Ama bu kez rüyasını anımsamakta zorlanıyordu. Üzerinden çok mu zaman geçmişti? Yoksa benliğinden bir şeyler mi kaybetmişti?
Kaybolan bir şey yoktu, sadece bunca senedir aynı rüyanın içerisindeki özne olmaktan yorulmuştu. Benliğini taşımaktan yorulmuştu. Sisyphos efsanesi gibi, hep başa dönmekten yorulmuştu. Hem de çok yorulmuştu.
Yarı uykulu yarı uyanık halde anımsamaya çalıştığı rüyanın başlangıcı, hayallerinde yaşattığı kadını ilk kez gördüğü andı. Bir gün karşısına çıkıvermişti işte. Yıllarca peşinden koştuğu bir hayalin aniden karşısında belirmesiyle büyük bir heyecana kapılmış ne yapacağını şaşırmıştı. Sevinmeli mi yoksa üzülmeli miydi?
Sevinmeliydi, çünkü yıllardır hayalinde yaşattığı bu kadının her şeyi ile tıpatıp aynısı karşısında duruyordu. Bu kadar aynılığın olabilmesine şaşırmamak mümkün değildi ama şimdi şaşırma zamanı değildi.
Üzülmeliydi, çünkü bu kadın zehirli bir lotus çiçeği kadar tehlikeliydi. Ona yaklaşmak ve güzel kokusunu duymaya çalışmak tüm yaşamını alt üst edebilirdi ama şimdi üzülme zamanı da değildi.
Bu kadınla yaşamın içerisinde karşılaşmasının ardından her şey değişime uğramıştı. Oturduğu evi değiştirmiş, çalıştığı işi değiştirmiş, kullandığı arabasını değiştirmiş kısacası onun yakınlarında olabilmek için her şeyini değiştirmiş, sanki kendisini yeniden yaratmıştı. Bir başka insan olmuş gibiydi.
Karşılığını da almıyor değildi bu değişimin. Görmek istediklerini görüyor, belirsiz olan bu görüntüler birer birer netleşiyordu, yalnız acele etmemeliydi. Onunla birlikte olmak zordu, çünkü zor bir kadındı o.
Zorluğun kaynağı bilinmezlikti. Bu ilişkinin bilinmezliğiydi. Her şey ortadaydı ama hiç kimsenin bu ilişki hakkında tek kelime etmesi mümkün değildi. Platonik v.s gibi bir şeyler söylemek ise tamamen inkâr etmek ya da yok saymak demekti bu ilişkiyi.
Bu ilişki bir tutkunun, bir esaretin ta kendisiydi. Beyninin kıvrımlarına kazınmış olan rüyasındaki görüntüler adeta canlanıyor, tüm yaşamını yeni baştan ele geçiriyordu. Bir kurtçuktan, bir kelebeğe dönüşmüş gibiydi.
Başlangıcını anımsamadığı rüyası onun kozası olmuştu, önce onu örmüş sonra içerisine girmiş ve bir kelebek olarak dışarı çıkmıştı.
Şimdi anlıyordu ki, zehirli lotus çiçeğinin kokusu, telefonun alarmı çalmadan onu uykusundan uyandırmıştı.

ŞEMSİYESİNİ YIKAYAN ADAM

Belli ki çok titizdi adam. Online olmayan her şeyi hayatından çıkarmıştı. Geriye çok az şey kalmış gibi görünüyordu. Düşünüyordu bir yandan, geriye kalan günler azalmıştı mesela, ileri yaşına rağmen fiziksel görünümü ele vermiyordu durumunu ama yılların üzerindeki etkilerini hissediyordu, aslında bunu çok da önemsemiyordu. Onun için yeniden doğmak gibi bir şeydi yaşama online bağlı olmak.

Anne ile bebek arasındaki göbek bağı gibiydi yaşama online bağlanmak. Milyonlarca evladı olan bir anaya bağlı kalmaktı dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar.  Ne demişti bir keresinde ona sosyolog ablası; “En güzel tatil, bir yere bağlı olarak yapılan tatildir.”  Sanki bu sözün anlamını yeni kavrıyordu, online bağlanmıştı yaşama işte, emeklide olmuştu, geriye çıkılacak bir tatil kalmıştı.

Evde bulduğu eski bir fotoğrafına, gözlüklerini takıp bakmaya çalışırken bazı sesler işitti. Önce etrafına bakındı, sonra anladı ki işittiği sesler kendi sesiydi. Kendi sesinin bir başkasına ait olduğunu sanarak dinlemeyi çok yadırgadı ama alışması uzun sürmedi.

Şöyle bir şeyler söylüyordu kendisine, kendi sesi: “Hatırladın mı bu fotoğrafını? Yaşamındaki en anlamlı fotoğrafın bu olsa gerek. Hadi şimdi bir kez daha dikkatlice bak bakalım bu fotoğrafına, neler göreceksin? İsteyip de yapamadıklarını mı, yoksa hiç yapmak istemeyip de yapmak zorunda kaldıklarını mı?

Dikkatlice bakabilmek üzere biraz daha yakınlaştırdı bu eski fotoğrafını gözlüklerinin önüne. Anımsıyordu, çok uzun zaman önceydi, yaşamına bir yön verebilmenin arayışları içerisindeydi. Uzun saçları ve sakallarıyla gülümseyerek kameraya bakıyordu, pek belli değildi ama parmaklarının arasında bir kalem, bir fırça ya da bir sigara tutuyordu. Oturduğu masanın üzerinde, ecoline boyalar, fırçalar, kalemler ve içi su dolu küçük bir kavanoz ile rapido seti duruyordu.

Ressam olmak için ressam gibi yaşamak gerekir” diye karar vermişti, yaşamına bir yön verebilmenin arayışları içerisindeyken. Sonra masanın üzerinde duranları yavaş yavaş ortadan kaldırmaya başlamış, taksitle aldığı bir elektronik hesap makinesi ile iktisat ve işletme kitaplarını koymuştu boyalarla fırçalardan arta kalan yerlere.

Sonra yaşamına kalamozalar, mizanlar, yevmiye defterleri girmişti. Her sabah erkenden kalkıp, kravatını takıyor, evden çıkarak servis aracına biniyor ve iş yerinde üzeri fatura dosyaları, banka ekstreleri ile dolu masasının başına oturuyor, bir bardak çayını yudumlarken pastaneden aldığı taze poğaçasıyla kahvaltısını tamamlıyordu.

Yeni evlenmiş, yaşamında yeni bir sayfa açmanın heyecanıyla eski günleri ile eski arkadaşlarından uzaklaşmaya başlamış hatta yıllardır oturduğu mahallesinden ve evinden de uzağa taşınmıştı.

İşyerinde olan bitenlerin yeni farkına varmaya başlamıştı, işlerin ötesinde süregelen bir acayip durumdu bu. Çalışanların nerdeyse hepsi bir başka ilişkinin içerisindeydi, en tepeden başlayan bu ilişkiler zincirinin en son halkasında hissedivermişti kendisini. Yoksa çok saf ve çok temiz miydi? Hele içlerinden birisinin anlattıkları, inanılması güç bir fantezi gibiydi; sevgilisinin açlığını bastırabilme heyecanıyla, bütün gün yataktan çıkamadığını, ayakta duramayacak kadar bitkin olduğunu, akşam kocasına bu bitkinliğini nasıl açıklayabileceğini düşündüğünü, aynı kısımda görevli olan bir başka arkadaşına anlatırken işitince bu hissiyata kapılıvermişti.

Kısa sürede son halka olma psikolojisini üzerinden atarak, hızla yükselmeye başladı işyerinde, bu durum aslında müdürlüğe kadar uzanacak sürecin başlangıcı olduğu kadar yaşamında ortaya çıkacak değişimlerinde başlangıcıydı.

Bitkin kadının yazdığı şiirleri okumaya başladığı anda, piyanonun siyahı kadar karanlık bir kuyuya düşüvermişti. Sevgilisinden de, kocasından da ayrılan kadın, işyerinden de çıkıp gitmişti.

Şiirlerini okumak kalmıştı geriye kadından. Her satır, her mısra, resim yaptığı günleri anımsatıyordu, sarı ile maviyi karıştırınca yeşil oluyordu değil mi?

Radyasyon yüklü bulutlardan yağmurlar yağmaya başladı bir gün. Ama elinde şemsiyesi vardı adamın. Eve gidince bir güzel yıkadı şemsiyesini, tatile çıkma heyecanıyla.

İSTANBUL FİNANS MERKEZİ

Dünya ölçeğinde olacağına inançla 2014 yılında temelleri atılan İstanbul Finans Merkezi (İFM) inşaatı hızla devam etmekte.

İstanbul Finans Merkezi İnşaatı

Küresel Finansal Merkez Endeksi tarafından çıkarılan ve 87 küresel finans merkezinin sıralamasını takip eden bir endeks mevcut. İngilizce adı “Global Financial Center Index” (GFCI).

“GFCI” ilk kez 2007 yılının Mart ayında yayımlanmış. Ondan sonraki her 6 ayda bir de güncellenmiş.

87 küresel finansal merkez, iki farklı veri setine göre derecelendiriliyor ve sıralanıyor. Bu veri setleri, “enstrümantal faktörler” (yani dışsal –sözsüz diyelim – göstergeler) ve uluslararası düzeyde meslek icra eden finans profesyonelleriyle “online” yapılan anket çalışmasına verilen cevaplardan oluşuyor.

Rapora göre ilk 5 şehir sırasıyla: Londra, New York, Singapur, Hong Kong ve Tokyo.

City of London

Londra’nın dünya finans merkezi olma özelliğini sağlayan ve devam etmesinde önemli bir yapılanma olarak sıradan bir yerel otoritenin ötesine geçen ve üç temel amacı taşıyan özel bir görev ve sorumluluğu bulunan City of London Corporation benzersiz bir organizasyon yapısı olarak;

  • Londra’yı dünyanın önde gelen uluslararası finansal ve iş merkezi olarak desteklemek, tanıtmak ve başkent dahil tüm İngiltere’ye yeni iş imkanları yaratmak,
  • Londralılar için beceri, istihdam ve fırsatları artırmak üzere yerel topluluklarla ortak çalışmak,
  • Londralılar için kültür, tarih ve yeşil alanlar merkezi olarak sakinleri ve ziyaretçileri arttırmak amacıyla destek ve teşvik vermeye devam etmek.

City of London Corporation uluslararası iş ve finans alanında Londra’nın liderliğini sürdürmede anahtar rol oynamaktadır.

Bu çalışmalara aynı zamanda bölge içinde modern, verimli ve kaliteli yerel hizmetlerin sağlanması da dahil olup, konut ve iş yerleri için temizlik, trafik yönetimi ve kendi özel polis kuvveti de bulunan bu organizasyon yapısında kurumsal sorumluluğa sahip olanların yanı sıra küçük ve orta ölçekli işletmeler ile sosyal amaçlı işletmeler için önemli teşviklerde sağlanmaktadır.

İstanbul, 87 şehir arasında 57. sırada.

Oynadığımız ligde yer alan oyuncular ise şöyle: Warsaw 45, Talinn 50, Riga 52, Almaty 70, Prague 72, Budapest 77, Nicosia 80, Moscow 84, Sn.Petersburg 85 ve Atina 87. sıradalar.

Ne diyelim! İstanbul’u bir küresel finans merkezi yapmak için sanırım ilk 20’ye girmenin ötesinde benzer organizasyonlarında kurulması gerekiyor. Bu da sıralamaya bakınca hiç de kolay bir iş gibi görünmüyor.

Finans Park

GFCI 20’nin genel sıraları ve derecelendirmeleri için web adresi:

http://www.longfinance.net/

Not: http://www.hurriyet.com.tr/dev-projeyi-yapan-sirket-iflas-etti-40418700